31 Temmuz 2007 Salı

KUMRULARIM


Kumrular insanlara en yakın duran ve fakat evcil olmayan hayvanlar yani kuşlardır.
1960’lı yılların bitişine kadar, bahçeleri kumrular ziyaret ederdi. Kumruların hu çekmesine, “Üsküdar’a gidelim, peynir ekmek yiyelim” tarzında bir tekerleme uydurulmuştu.

KUMRULARIM








Kumrularım balkona yerleşmiş gibi görünsede onlar benim asıl yüreğime yerleşti .


ŞİİR VE RESİM BULUŞMASI


“GÜL ALIRLAR,GÜL SATARLAR
GÜLDEN TERAZİ TUTARLAR
GÜLÜ GÜLLE TARTARLAR
ÇARŞI PAZAR GÜLDÜR,GÜL…” Yunus Emre

30 Temmuz 2007 Pazartesi

ŞİİR VE RESİM BULUŞMASI



“İstanbul'da Boğaziçi'nde,
Bir fakir Orhan Veli'yim;
Veli'nin oğluyum,
Tarifsiz kederler içinde. Urumelihisarı'na oturmuşum;
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum. 'İstanbul’un mermer taşları;
Başıma da konuyor,
konuyor aman, martı kuşları;
Gözlerimden boşanır hicran yaşları;
Edalım, Senin yüzünden bu halim.'
'İstanbul’un orta yeri sinema; Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama;
El konuşur, sevişirmiş; bana ne?
Sevdalım, Boynuna vebalim! '
İstanbul'da, Boğaziçi'ndeyim;
Bir fakir Orhan Veli;
Veli'nin oğlu;
Tarifsiz kederler içindeyim.”
Orhan VELİ

Düşünüyorum




Düşünüyorum Öyleyse Varım!!!
hava çooooooook sıcak acaba havuza mı girsem
yoksa üşenmeyip havalanıp denize mi gitsem???
benim de işim çok zor canıım !!!!

28 Temmuz 2007 Cumartesi

ŞİİR VE RESİM BULUŞMASI




Sen gittin gideli Ay karanlık


Gecelerde tesellisiz bir hüzün var şimdi


Sen gittin gideli

Buralara bir hal oldu


Baharlar kışa Yağmurlar doluya döndü


Sen gittin gideli


Gün ağarmıyor tepelerden


Güneş konmuyor pencereme


Isınmıyor ellerim yokluğunda


Yoldaşı olmuyor Konuşmuyor benimle sesin


Kokmuyor şimdi yaprakları güllerin


Sen gittin gideli Saçlarıma beyazı düştü hasretinin


Bilmem kaç ay vakti sabahladım


Gecesinde gözlerinin


Kaç gün batımı güneş uykularımı aldı


Yıldızlar dökülürken her gece avuçlarıma


Ben yine sana hasret kaldım


Sevgili Sen gittin gideli


Gönlüme düştü hasretin


Bakışların dokunuyor kalbimin yarasına


Yaram kanıyor


Gözlerim hep seni Seni arıyor.




Salih Nurettin Çevik


27 Temmuz 2007 Cuma

ŞİİR VE RESİM BULUŞMASI


AŞK RİSALESİ

Ama sen uzaklardaydın ey kalbim

Uzaklardaydın,

sevdiğim uzaklardaydı

Ayın yıldızların çağlayarak Berrak şelaleler yaparak

Coşku içinde aktığı Bir yerlerdeydi.

Hani bir gün bir çobana rastlamıştık

Adı Ferhat mıydı neydi

Koyunların, kuşların, böceklerin ve çiçeklerin

Sadakatten mest oldukları

Herbirinin gözlerinde

Kaybolur gibi kayar gibi

Dalıp gittiğimiz o saadet evreni

Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç

Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan

Yaslan göğsüme sevdiğim

Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir

Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir

Toprak gibidir Sen ki bulut gibisin

Ay gibisin güneş gibi

bazen Usul usul inen Yağmur tıpırtılarını Dinler gibi Dalıp gitmiştik

Sen konuşuyordun

İpil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun

Onlar ki konuklarımızdı

Adları Keremdi,Yusuftu, Kaystı

Hepside ezelden tanıdıktı dosttu.


Erdem Beyazit

DOST KALEMLER




MAHALLE

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok güzel bir ülkede, mahalleler varmış.

Bu mahallelerin çocukları birbirlerini çok severlermiş. Dışarıdan gelen parolalı bir ıslığa uçarak aşağı iner, beraber olacakları anları iple çekerlermiş. Kavga da etseler kin tutmaz, her gün yeniden dünyalar kurarlarmış. Herkeste sevgi, paylaşma ve arkadaşlarını kollama duygusu yavaş yavaş gelişirmiş.

O zamanlar, çocuklar evden okula servis ile değil, buluşarak giderlermiş.
Onların yolunu gözlemezmiş; evdeki bilgisayar, şehrin en iyi dershanesi, hazırlık kursları.
Bilmezlermiş; hamburgeri, MTV'yi, internet'i, cep telefonunu,Tetris'i.
Bilirlermiş duvarların üzerinde sohbeti, anket defterleri doldurup, sevgileri keşfetmeyi
Horoz şekercisini, elleri leş gibi macuncunun, tornavida ile koyduğu rengarenk macunu
Eve gitmeyi unutmayı, hava kararınca dayak yemeyi, sonra da bir ıslıkla tekrar aşağıya, kukalı saklambaça kaçmayı
O hakkında türlü şeyler söylenen evdeki garip adamdan korkmayı
Küsmeyi, aynı kıza asılmayı, torbalarla misket toplamayı, gıcır köstek ayırmayı, değiş tokuşu, kaybedince kapışı (o muhteşem "kapış"ı)
Teksas'ı, Tommiks'i, Konyakçı'nın dişlerini
Paramparça Red Kid'leri
İç içe konan naylon topları, taştan kale direklerini
Üç korner bir penaltıyı
Üzerine apartman yapılan top sahalarını, sonra o apartmana taşınan yeni dostları ve onları kapma yarışını
Taşınanların kırmızı kamyonlarını
İlk ergenliği, boyların ölçülmesini
Hey dergisini
Otobüsteki biletçinin lastik sarılı kalemini
Yoğurtçuyu, kalaycıyı, hallacı
Evlerin arkasındaki odun kömür depolarını
Yakan topun yakışını
Adam alırken, adım hesabını, iki çocuğu en iyi arkadaşla takası
Mantarlı gazoz kapaklarını, yaldız kazımayı
Yandaki mahalle ile alınan kavgayı, her kavganın çıkarttığı kahramanı – ödleği
Kan kardeşliğini
İp atlama, lastiğe basma, topaç virtüözlüğünü
Çelik çomağı, kırılan camları - toplanan paraları
Açık hava sinemalarını, frigo buzu
Silik seksek çizgilerini...

Sonra zamanla, bu güzel ülkede durumlar değişmeye başlamış. Yaşlar ilerledikçe, bu birliktelik, kollama, koruma duyguları, bu mahallelerin çocuklarının başlarına çok işler açmış.
Daha sonra işsizlik, enflasyon, köşeyi dönme, adamını bulma, malı götürme falan derken, herkes yüzünde soluk bir bakış, içinde hayatın yenilgisi, çaresizlikleri, tatminsizlikleri ile başbaşa kalmış.

Çocukları mı? Çocukları şimdi koca koca apartmaların arasında, nefes alınmaz bir havada, evlerinde, sanal bir dünyada, emniyet içerisinde yalnız yaşıyorlar.
Anneleri-babaları onları çok seviyor. Beta kapmasın diye kalabalık ortamlara hiç sokmuyor.
Hafta sonları hep beraber "Karum" ya da "Akmerkez"deler.
Okul servisi çocukları neredeyse yataklarından alıyor.
Çocuklar, trafik kaygısıyla, köşedeki markete dahi gönderilmiyor.
Babalar şirketlerin bilançolarını, çocuklar da dershane reytinglerini izliyorlar.
Hepsi birer test uzmanı, sayısal-sözel yuvarlanıp gidiyorlar.
Seksek oynamayı değil ama taban puanları çok iyi biliyorlar.
Hayata açılan pencereleri "Windows", onlar ekrana-ekran onlara bakıyor ve koca bir hayat dışarıda akıp gidiyor.

Ve şehrin dışında ağaçlar, tırmanacak, salıncak kuracak, kalp kazıyacak mahalle çocuklarını bekliyor.

Paylaşmayan,yalnız, bencil, kafesler içerisinde, gürbüz, güvenlikteki çocukları.
Hiç sopa yememiş, ağaçtan düşmemiş, topu yandaki bahçeye kaçmamış,
dizlerinde bir metrekare kabuklar olmamış çocukları...

düş hekimi-1 kitabından Yalçın Ergir
BÜYÜMEK

bir an görmeden yapamadığını

bir ömür görmesen de olması mıdır

büyümek?..

düş hekimi yalçın ergir

DOST KALEMLER




HAYATIN KIYISINDA KALANLAR
Her birimiz bir sevdayla düştük yollara. Vardık; yüreğimizin getirdiği yere, hayaller şehri İstanbul’a. Gelişimizin bir gayesi vardı; o’da ortaktı. Her birimizin yüreğinde rahat, huzurlu ve yaşanabilir bir hayat bulmak vardı. Peki neydi İstanbul’a bizi çeken, yerimizden eden, ocağımızdan koparıp sürükleyen tılsım. Taşının toprağının altın yaldızlığımı, yoksa ülkeleri kıskandıran gizemli güzelliğimiydi. Ne yana dönsek İstanbul hep düşlerimizi süsledi bizim. Onunla ilgili hayaller kurarak büyüdü küçücük bedenlerimizde kocaman yüreklerimiz. Ona duyduğumuz özlemle uçurduk sevda güvercinlerimizi kaf dağının ardına. O bir tarihdi, hikayelerini ninni diye dinlediğimiz. O bir aşk masalıydı hülyalarına giren kızlarımızın. O, bambaşka bir dünyaydı bizim için. Nedense gelişimiz hiç de umduğumuz gibi olmamıştı. Halbuki nice umutlar getirmiştik nasır tutmuş avuçlarımızda. Kimimiz kavuştu hayallerine erdi muradına, kimimiz öksüz ve yetim kaldı yaban elde. Kimimiz ise hayatın kıyısında yaşama tutunabilmenin mücadelesini verip durdu. Bu uğraşta ya şehir bizi yuttu, yada biz kaybolduk karanlık sokaklarında şehrin. Ne umduk ne bulduk gurbet ellerinde. Acaba kazandıklarımız mı? yoksa kaybettiklerimiz mi? ağır bastı terazinin kefesinde, muhasebesini yapmaya bile cesaret bulamadı yüreklerimiz. Yörelerinden yoksulluk içerisinde gelen vasıfsız ve sermayesiz insanlar, kentin kenar bölgelerine kurulu verdiler bir gece. Ve gözlerini güneşle açıp gün batımında kapadılar aç ve susuz. İşte böyle başladı onların hayat hikayeleri...
Umutlar besleyerek gelmişlerdi İstanbul’a. Hayatında dert ortağı eşi, küçücük oğulları, birde tükenmeyen azıkları olan; ümitleri vardı heybelerinde. Ümraniye’nin Kazımkarabekir mahallesinde yaşam mücadelesi veriyordu Fatma teyze. Onu bir gün sabahın erken vaktinde çöplerin yanında bir şeyler aranırken buldum. Yaşlı bedenini incecik şallarla kapatırken, nur yüzüne utanç perdeleri çekmişti. O gün akşama kadar hep onu düşünmekle geçmişti vaktim. Kimdi, neydi, ne derdi vardı. Sabahın o soğuk vaktinde insanların artık ihtiyaç duymadığı atıkların arasında kim bilir ne arıyordu. Bu düşünceler beynimi kemirdi durdu. Keşke durup sorsaydım halini, nasılda utanıp sıkılmıştı beni görünce. Aradan birkaç gün geçmişti ki kader bu ya; yaradan yüreğimdeki fırtınayı dindirmek için karşıma çıkardı onu. Mahalle muhtarından duymuş, belediyeden sosyal yardım yapıldığını. Onu görünce heyecanlandım ve sevinçle karşıladım. Halini ahvalini sordum. Aslında çok şey istemiyordu. Sadece pişirilecek bir şeyler bulduğu zaman kullanabildiği küçücük tüpünün dolum bedelini istiyordu. Oysa o kadar çok şeye ihtiyacı vardı ki, ama o hep şükür diyordu. Bir gün, kayda aldığım adresini aradım. Bana küçücük bir kümesi andıran viraneyi ev diye gösterdiler. Şaşkınlık içinde kapıyı şöyle bir iki tıklattım. İçeriden yaşlı, yorgun ve titrek bir ses; kimdir o diye seslendi. Kendisine bir yardım sever olduğumu söyledim. Beni sevgi dolu gözlerle karşıladı. Ev alabildiğine aydınlıktı çünkü; her taraf açıktı. Dışarının bütün soğuna rağmen sobada kocasından geriye kalan son yorganın kalıntıları yanıyordu. Gözyaşları içinde ısınan eller, Fatma teyzeyi derinden yaralıyordu. Çünkü; her gün bir bir yakmıştı hatıraları, ısınmak adına. Oda bomboştu, zeminde oturmaya bir tabure bile yoktu. Sağına, soluna baktı ve sonra gözlerini yere dikerek yanakları kızardı. Belli ki Fatma teyze çok mahcuptu. Çünkü beni buyur edebileceği hiçbir şeyi yoktu. Halini sordum; şükürler olsun, karnımı doyuracak ekmek bulabiliyorum dedi. Oğlunu sordum; askerden mektup var mı diye, yaşlı gözlerle baktı bana, keşke oğluma istediklerini gönderebileceğim gücüm olsa diye başladı ağlamaya. Acaba neydi onun ana yüreğini böyle sızlatan. Islanmış mektubu uzattı bana “Burada her kesin takım eşofmanı var anne, benimse rahmetli babamdan kalan çizgili pijamalarım” diye başlıyordu satırlar. Gerisini okumaya yüreğim dayanmadı. Koştum dışarı çarşıdan yeni eşofman takımı ve bir askerin ihtiyaç duyabileceği malzemeleri paketleyip getirdim Fatma teyzeye. Artık ne açlığı kalmıştı, ne de gözlerinde ki hayata kırgın bakışları. Yaşlı bedeni adeta mutluluktan uçuyordu. Birden ama diye hayıflandı kurumuş dudakları, ben bunları nasıl ulaştırırım oğluma, ne okuryazarlığım var, ne de gönderebileceğim param. Sen üzülme Fatma teyze ben hallederim diye teselli ettim. Ertesi gün göndermiştim askere ihtiyaçlarını. Fatma teyzeye de biraz erzak ve bir miktar para toplayıp götürmüştüm. Duası her şeye değerdi. Kısa bir zaman daha gidip geldim. Derken bir gün ansızın kapısına vardım yine bir gece. İçeride ne ses vardı ne de bir ışık. Komşular duydu sesimi varıp yanıma kimi aradığımı sordular. Asker Ali’nin annesi Fatma teyzeyi diye söyledim. Boynunu büktü, sustu, sonra titrek ve ağlamaklı bir sesle “Zayıf bedeni soğuk havaya ve yalnızlığa daha fazla dayanamayarak yenik düştü hayata. Ve artık onu kaybettik” dedi ağlamaklı bir ses..
Sevgili dostlar, hayatın kıyısında kalan nice ömürlerin günbe gün eriyerek yok olduğunu bilmem biliyor musunuz? Oysa başınızı kaldırıp çevremize baktığınızda size bir nefes kadar yakın insan varlıklarının olduğunu göreceksiniz. Gelin uzatalım ellerimizi, umut çiçekleri ölmesin.
Salih Nurettin ÇEVİK

KUMRULARIM




Deli kuş bilir misin nedir
türküler kadar sevdalanmak
duyabilmek yüreğinde
bir depremin uğultusunu
Suya düşen bir karanfilse yüreğin
bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm
vursun seni o taştan bu taşa
o çağlayandan bu çağlayana sürüklesin
Kavgadan uzak kalmışsan
sevdadan da uzaksın demektir
devinmez yüreğinin mağması
çatlamaz sabrın kara taşı unutma
Deli Kuş / Ahmet Telli





KUMRULARIM


Bilmem bu kaçıncı yuva yapan kumru çiftim ama her seferinde hala büyük heyecan ve sevinç içindeyim.sanırsınız ki kumru değil de zümrüd-ü anka kuşu yuva yapıyor.Onların kurdukları yuvanın yavrularıyla taçlanmasının ev sahibi olarak benim balkonumu seçmeleri benim için ne kadar onur verici anlatam.Üç senedir düzenli olarak her yaz en az dört çift yavrulayıp gidiyor balkonumdan.Gelişleri tahmin edersiniz ki büyük bir sevinç ve telaş benim için gidişleri de bir o kadar hüzün ve burukluk yapıyor,resimdeki çift bu yaz başı gelen ilk konuklarım.yavruları yumurtadan çıkalı henüz bir iki gün olmuştu ki onlar anne baba olmanın hazzını birlikte manzara seyrederek yaşıyorlar.Dikkatinizi çekmiştir umarım yuvalarının estetik ve rahatlığı(devam edecek)

KUMRULARIM


Kuşlar mı ki
çok şey denildi şair dilinden
Yüzlercesini suladık
gölgesinde sevdanın
dokuduk gönül yumağında renklerini
Gizimizi bildiler de ihanetlerini görmedik hiç
ılık bir öpüstü türküleri
Kuşlar mı ki simdi çok uzak
yüksekte öpsen büyüyemezsin ki
ihanet ettik
türkülerine baharın
Ahmet Telli

26 Temmuz 2007 Perşembe

ŞİİR VE RESİM BULUŞMASI


Neyi Ki Çok İstersen

Neyi ki çok istersen

Verir sınamak için

Neyi ki çok istersen

Nice dertlerden sonra

Yurduna dönenlerin yıkık

Omuzları gibi

Şu alçalan tepeleri

Ve onları akşamın kırbacıyla

Yaralayan

şu umursuz

Göğü bile

Koyar sınamak için

Küçülte küçülte

Bir çiğ damlası gibi

İstersen avucuna

Olanca ağırlığıyla onu

Kaldırabilirsen eğer

Şiirin ince parmaklarıyla

Ya da sabrıyla -

Ömür boyu

Tutulmuş bir çığlığın

Ve koyabilirsen eğer

Bir seher vakti onu

Tanrı aşkıyla ürperten

Bir gülün dudağına


Cahit KOYTAK

ŞİİR VE RESİM BULUŞMASI



SÜTBEYAZ VAKİTLER

İncecik bir çizgiyse yaşamak
Kopuksuz büküksüz ve dosdoğru
Rüzgar gibi güneş gibi yağmur gibi
Öyleyse ısıt beni tut beni sar beni
Sütbeyaz vakitlerde

Bir beyaz güle hasretse zaman
Seherlerde dolunayda ve hilalde
Dua gibi sır gibi gönül gibi
Öyleyse kuşat beni gizle beni doldur beni
Sütbeyaz vakitlerde

Vakti belirlenmiş bir hilalse aşk
İlkbaharda kışta ve sonbaharda
Çiçek gibi kar gibi yaprak gibi
Öyleyse aç beni ört beni dök beni
Sütbeyaz vakitlerde

Hayat kirliyse eğer
Kullanılmış yıpratılmış atılmışsa
Toprak gibi hava gibi su gibi
Öyleyse dirilt beni doldur beni yıka beni
Sütbeyaz vakitlerde

Kandilse bir gece
Gecelerden farklıysa eğer
Ay gibi yıldız gibi nur gibi
Öyleyse parlat beni seç beni ışıt beni
Sütbeyaz vakitlerde

Sana adanmış bir ömürse bu
Günahlardan kirlerden hırpalanmışsa
Zaman gibi mekan gibi can gibi
Öyleyse kuşat beni süsle beni al beni
Sütbeyaz vakitlerde
Recep GARİP

ŞİİR VE RESİM BULUŞMASI


Çırpınan bir kelebek
Sevdiğimin elidir
Suya düşen damlada
Durur busesi
Yankılanır aya vurunca sesi
Tutuşur göz bebekleri
Beni küle çevirir.
Döner döner kelebek
Aşka tutuktur çünkü
Yok olsa ne çıkar?
Vardığı yer onun elidir
Her yanış onun gülüdür
Seslense kim duyar?
Her ses küle çevirir.
Recep GARİP

ŞİİR VE RESİM BULUŞMASI



"Herşey\
Uzak ya da yakın\
Birbirine bağlanmış\
Gizlice\
Ölümsüz bir El tarafından\
Bir çiçeği bile koparamazsın\
Yıldızları yerinden oynatmadan!"
Francis Thompson

ŞİİR VE RESİM BULUŞMASI





Ne zaman bir çocuk ölse


gözü evlerinde annesinin


kavurduğu helvada kalır


Yoksul bir çocuk görsem


yağmur altında üşüyen


köprü olmak geçer hiç değilse içimden


Her akşamüstü oyuncakçı camekanından


çocuk ellerinin izlerini siler

Sunay AKIN

Seyahatname

VAN/HOŞAP KALESİ

Başım dağ saçlarım kardır
Deli rüzgarlarım vardır
Ovalar bana çok dardır
Benim meskenim dağlardır dağlar
Dağlardır dağlar, dağlardır dağlar...
Şehirler bana bir tuzak
İnsan sohbetleri yasak
Uzak olun benden uzak
Benim meskenim dağlardır dağlar
Dağlardır dağlar, dağlardır dağlar...
Kalbime benzer taşları
Heybetli öter kuşları
Göğe yakındır başları
Benim meskenim dağlardır dağlar
Dağlardır dağlar, dağlardır dağlar...
Yarimi ellere verin
Sevdamı yellere verin
Yelleri bana gönderin
Benim meskenim dağlardır dağlar
Dağlardır dağlar, dağlardır dağlar...
Bir gün kadrim bilinirse
İsmim ağza alınırsa
Yerim soran bulunursa
Benim meskenim dağlardır dağlar
Dağlardır dağlar, dağlardır dağlar...
Sabahattin Ali

ŞİİR VE RESİM BULUŞMASI



Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;Vatanım da vatanım...
İstanbul,İstanbul...Tarihin gözleri var,
surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih`ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana:
Öleceğiz ne çare?..Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
O manayı bul da bul!İlle İstanbul`da bul!İstanbul,İstanbul...
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca`da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir "Katibim"i...
Kadını keskin bıçak,Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıkoy süslü, Moda kurumlu,Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şoyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sünbül kokanTürkçesi bülbül kokan,İstanbul,İstanbul…
Necip Fazıl Kısakürek

ŞİİR VE RESİM BULUŞMASI


BASİT YAŞAMAK

Basit yaşayacaksın.

Mesela susayınca su içecek kadar basit.
Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.

Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi;
sevince lafı dolandırmadan söylediğin
“seni seviyorum” gibi.

Basit bir öpücük yetecek sana;
basit sıcak bir öpücük
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
o öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.

Kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.

El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın;
hep yanında taşıdığın,
atmaya kıyamadığın.

İki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman
ve yola çıkman arasında geçen süre;
kısacık olacak
sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.

Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.

Beklentilerin de basit olacak.
Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana
en ucuz aşk romanını.

Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.

Bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada;
parmakların olacak en kıymetli çatalın.
Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
İskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.

Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir
“fa diyez”in mutluluğunu.

Makyajın ilk “a” sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün

“Bilmiyorum” diyebileceksin bilmediğinde
ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.
Tek dereden su getirmen yetecek,
bir “istemiyorum” diyebilmeye.

Ne durduğu farketmeyecek abanın altında.

Saatin, sadece saati gösterecek;
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın.
Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.

Basit yaşayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi

basit...

düş hekimi yalçın ergir