31 Ağustos 2008 Pazar

RAMAZAN'A DAİR




KURAN'DA DİKKAT ÇEKİLEN HURMA VE FAYDALARI

Hurma, Kuran'da pek çok ayette bahsi geçen, cennet nimetleri arasında "eşsiz-hurma" (Rahman Suresi, 68) ifadesiyle nitelendirilen bir meyvedir. Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu meyve incelendiğinde, pek çok önemli özelliği olduğu ortaya çıkmaktadır. Bilinen en eski bitki çeşitlerinden biri olan hurma, günümüzde lezzetinin yanı sıra besleyici özelliği nedeniyle de tercih edilen bir besindir. Her geçen gün keşfedilen faydaları hurmayı, hem gıda hem de ilaç olarak kullanılan bir besin haline getirmiştir. Hurmanın sahip olduğu bu özelliklere Meryem Suresi'nde dikkat çekilmiştir.

Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim." Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır." Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin." Artık, ye, iç, gözün aydın olsun... (Meryem Suresi, 23-26)

Allah'ın, Hz. Meryem'e "hurma yemesini" bildirmesinin pek çok hikmeti vardır. Allah'ın Hz. Meryem'in doğumunu kolaylaştırmak için sunduğu nimetlerden biri olan hurmanın, özellikle hamile ve doğum yapan kadınlar için önemi ve faydaları, bugün bilimsel olarak da bilinmektedir. Hurma, içerdiği %60-65 oran ile en çok şeker içeren meyvelerden biridir. Doktorlar, hamile kadınlara doğum yaptıkları gün meyve şekeri içeren yiyecekler verilmesi gerektiğini belirtmektedirler. Bunun amacı, annenin zayıf düşen vücuduna enerji ve canlılık kazandırmak, aynı zamanda da yeni doğan bebeğe gerekli olan sütün oluşabilmesi için, süt hormonlarını harekete geçirmek ve anne sütünü çoğaltmaktır.

Ayrıca doğum sırasında meydana gelen kan kaybı, vücut şekerinin düşmesine sebep olur. Hurma vücuda tekrar şeker girişinin sağlanması açısından önemlidir ve tansiyon düşmesini de engeller. Kalori değerinin çok yüksek olması sebebiyle hastalıktan güçsüz düşmüş ya da yorgun olan kimseler için özellikle çok faydalıdır.


Ben Ramazan boyunca hurmayı bu küçük kalpler eşliğinde sunuyorum,afiyet,şifa olsun.Amin

30 Ağustos 2008 Cumartesi

KUMRULARIM



ben de onların yerinde olsam gitmem bu balkondan

KUMRULARIM




havalar sıcak,Ramazan geliyor benim canım kumrularım düşünüyor ramazanı nasıl geçireceklerini

HAYATIN İÇİNDEN

Sanat ve İnsan




“AĞITLAR VE ANITLAR”



Her ağıt bir başka anda bir anıta dönüşür.

Şarktayız…

Sutunlar ağır kubbeler taşıyor üstümüze

havada kehribar sarısı

kuşkuya düşürüyor

şüphe ediyoruz hayallerimizden

susuyorsun…

bu bilinmeyecek demektir

ebediyen

ne kazanılan

ne kaybedilen



Dr. Süleyman Gündüz'ün 15 Mart -30 Nisan 2006 tarihleri arasında İstanbul Dolmabahçe Sarayı Sergi Salonun da açtığı fotoğraf sergisinde çektiğim bir fotoğraf

İSTANBUL



Vehbi Koç Tema parkı

Yürüme parkuru, ağaçlar,onarılmış bir bizans sarnıcı, çardaklar ve manzara....İçindeki küçük gölette biraz da su olsa..Parkın içerisinde herhangi bir tesis yok, muhtemelen pek bilinmemesini de buna borçlu, ne çay içebiliyorsunuz, ne de mangal yapabiliyorsunuz.. Hal böle olunca, insanımızın pek ilgisini çekememiş..Oldukça tenha..Otağtepe’ye yolunuz düşerse, bu parka uğramadan geçmeyin derim..Sadece Manzara için bile gidilesi bir yer..

İSTANBUL



Otağtepe TEMA Vehbi Koç Parkı (fotoğraf çekimi için çok uygun bir mekan)

Cok bilinmedik bir park.TEMA Vehbi Koç Doğa Kültür Merkezi.Kavacık Otağtepe’de bulunuyor, Anadolu Hisarının üst tarafında, Rumeli Hisarını karşıdan gören,çok güzel manzaralı bir yer..

Köprü manzarası boğaz'ın olmazsa olmazı..ama burdan köprüyü daha önce hiç görmediğiniz açıdan göreceksiniz..Çünkü buradan Köprü size değil siz köprüye yukarıdan bakıyorsunuz..Belki de boğaza en hakim tepe burası..Fatih Sultan Mehmet’in fetihten önce otağını buraya kurmasına şaşmamak gerek...

Seyahatname



Gönen'de çekildi

Seyahatname



Gönen'de bir esnaf lokantasında çekilmiştir

29 Ağustos 2008 Cuma

HAYATIN İÇİNDEN



Öpülesi kınalı eller (bir fotoğraf sergisinde çekmiştim)

İSTANBUL



FETHİPAŞA Korusu (gün batımı)


Üsküdar'da vapur iskelesini arkanıza alarak 100-150 m ilerleyip şirin ahşap evler arasından yukari çıkarak ulaşabileceginiz bu koru, harika bir boğaz manzarasına sahiptir. Özellikle güneşli günlerde, hem yürüyüş yapmak hem kendine has çıtır çıtır sıcak simiti eşliğinde çay icmek icin idealdir.

İSTANBUL



FETHİPAŞA Korusu (gün batımı)


Üsküdar'da vapur iskelesini arkanıza alarak 100-150 m ilerleyip şirin ahşap evler arasından yukari çıkarak ulaşabileceginiz bu koru, harika bir boğaz manzarasına sahiptir. Özellikle güneşli günlerde, hem yürüyüş yapmak hem kendine has çıtır çıtır sıcak simiti eşliğinde çay icmek icin idealdir.

İSTANBUL




FETHİPAŞA KORUSU


Üsküdar'ın kuzeyinden başlayarak bütün sırt ve yamaçları kapsadıktan sonra Kuzguncuk tepesinde son bulan koru adını 2. Mahmut (1808-1839) ve Abdülmecid (1839-1861) döneminde Tophane Müşiri olan Damat Fethi Ahmet Paşadan almıştır. Korunun son sahibi paşanın torunlarından Avukat Şevket Mocan'dır.Yazar Cemil Meriç de bu koru içindeki evde epey bir müddet ikamet etmiştir.
Koruda en çok görülen ağaç türleri; kermes meşesi, defne, akça kesme, sakız ağacı, erguvan ve gümüşi ıhlamurdur. Korunun Yukarı kısmında sıralar halinde dikilmiş Kızıl Çamlar, Fıstık Çamları, Sedirler ve Sakız ağacı büyük çap ve boyutlara ulaşmış anıtsal nitelikte ağaçlardır. Ayrıca; at kestanesi, saplı meşe, akdut, trabzon hurması, yalancı akasya, dişbudak, porsuk, yeşil kartopu, japon taflanı ve japon kadife çamı bulunmaktadır.

RAMAZANA'A DAİR

Ramazan ve oruç bilgilerimizi tazeleyelim
Her ibadetin kendine göre kavramları ve kuralları vardır. Bu kavramları bilmek ibadetimizin daha anlamlı olmasını sağlayacaktır. Ramazan kelimesinin bir manası 'sonbahar yağmuru'dur. Ramazan ayı ve oruç, sonbahar yağmurunun etraftaki tozları ve pislikleri götürüp temizlediği gibi günah kirlerini götürüp kalbimizi temizler. Ramazan kelimesinin 'ramad' kelimesinden türediği de düşünülmüştür ki, bu da güneşin ısısından taşların yanıp kızması manasına gelir. İşte mümin de oruçla böyle yanar kavrulur ve günahları eriyip gider.

İmsak
Oruçlu olan insanın orucu bozan şeyleri yapmamaya başlaması gereken zamandır. İmsak vaktinde tan yeri ağarmaya başlar. İmsakla beraber artık oruç başlamıştır.
Sahur
Oruç tutmak için gecenin imsaktan önceki vaktinde yenen yemeğe sahur denir. Efendimiz bir hadislerinde "Sahura kalkıp sahur yemeği yiyin. Zira sahurda bereket vardır." (Buhari, Savm 20) buyuruyorlar.

Oruç
İmsak vaktinden (ikinci fecir) akşam güneş batıncaya kadar hiçbir şey yememek, içmemek ve cinsel münasebette bulunmamaktır.

İftar
Orucun bitirilmesi gereken vakittir. Bu da akşam güneşin batmasıyla olur. Akşam namazını bildirmek üzere okunan ezan aynı zamanda iftar vaktini de bildirmektedir. Akşam ezanı okununca geciktirmeden iftar yapılmalıdır. Bir hadis, iftarda acele edilmesi gerektiğini şu şekilde ifade eder: "İnsanlar iftarı yapmakta acele ettikleri sürece, hayır üzere devam etmiş olurlar." (Buhari, Savm 45)

Teravih
Ramazan ayında yatsı namazıyla birlikte kılınan, yirmi rekatlık bir namazdır.

Fidye
Sürekli bulunan bir hastalıktan veya yaşlılıktan dolayı oruç tutamayanların tutmaları gereken her gün için bir fakiri doyuracak miktarda tasaddukta bulunmalarına fidye denir. Fidye sürekli hastalar, çok yaşlı kimseler için bir sevaba ortak olma vesilesidir.

Fitre
Temel ihtiyaçlarının dışında belli bir miktar mala sahip olan Müslümanların Ramazan bayramına ulaşmalarının bir şükrü olarak yerine getirmeleri gereken bir ibadettir. Buna fıtır sadakası da denmektedir. Aile reisi bütün aile fertleri adına, fakirlerin de bayrama aynı toplumun bir ferdi olarak kavuşması ve sevinmesi için fitreyi verir. Müslüman'ın, normal bir insanın bir günlük yiyeceği miktarda fitre vermesi en uygun olandır.

İ'tikaf
Ramazan ayının son on gününde ibadet niyetiyle bir insanın, belli kurallara uyarak bir mescitte inzivaya çekilmesidir. Allah Rasulü (sas) Medine'ye hicretten sonra Ramazan'ın son on gününü i'tikafta geçirirdi. Bazı alimler bir saat bile i'tikaf yapılabileceğini söylerler. Önemli olan insanın, hayatın bunca telaşesi içinde belli bir süre de olsa Rabbiyle baş başa kalması ve kendini ibadete vermesidir.

Keffaret
Ramazan orucunu kasten bozan kimsenin bir günlük Ramazan orucu yerine, ceza olarak peşi peşine iki ay oruç tutmasıdır. Keffaret, orucu tutmamanın değil; tutulan orucu kasten bozmanın cezasıdır. Oruçlunun dikkat etmesi gereken durumlar: Başlanmış olan orucu bilerek bozmanın dünyevi bir karşılığı olarak keffaret orucu cezası vardır. Ramazan'da bile bile yemek yiyip bir şeyler içmek ve cinsel ilişkide bulunmak orucu bozduğu gibi keffaret gerektirir. Bu keffaretin peşi peşine olması şarttır. Kısaca ifade etmek gerekirse, bir şey yiyip içme ve cinsel ilişkide bulunmayla, bu kapsamda değerlendirilen şeyler orucu bozar. Bunlar bilinçli ve kasten olursa orucu bozdukları gibi keffaret gerektirirler. Ancak unutarak bunları yapan bir kimse, ne yaptığının farkına vardığı an bunları terk ederse orucu bozulmayacağı için kaza ve keffaret orucu tutmasına gerek yoktur.

28 Ağustos 2008 Perşembe

İSTANBUL



BÜYÜKADA

Tarihçi yazar Ahmet Refik Altınay'ın yazdığı “Yine bu yıl ada, sensiz içime hiç sinmedi; Dil'de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım hiç dinmedi” sözleriyle başlayan şarkısı, buranın romantik atmosferini özetliyor.

İSTANBUL

İSTANBUL

İSTANBUL

İSTANBUL




Dünyanın incisi olan İstanbul'un ve İstanbul Boğazı'nın üzerindeki Kız Kulesi ile birlikte tek kara parçası olan ve bu benzersiz konumundan ötürü şimdiden vazgeçilmez bir mekan olan Galatasaray Adası bütünüyle yeniden inşa edilerek, Temmuz 2007 tarihinde Galatasaray camiası ve İstanbullular'a eğlence ve dinlence merkezi olarak hizmet vermeye başladı.

İSTANBUL



BEBEK

Bebek sahilinde yer alan Bebek Parkı cafeleri ile sakin huzurlu ortamıyla ziyaretcilere boğaz havası eşliğinde seyir zevki yaşatıyor. Aşiyan, Rumeli Hisarı, yürüyüş yapıp, yemek yiyip oturabileceğiniz her tür çay bahçesi, pizzacı, balık restoranları ile dolu yerler.

İSTANBUL



BEBEK

Semtin adının nereden geldiği kesin bilinmiyor. Geçmişi Hıristiyanlık öncesi döneme rastlıyor ve bilinen en eski adı Chilai ya da Skallai, yani iskeleler. Evliya Çelebi'ye göre ise, İstanbul'un alınması sırasında buraya atanan bir devlet memurunun lakabından kaynaklanan bir isim. Bebek Çelebi, bebek yüzlü bir adammış. Dev bir Bizans şehrini kuşatmaya çalışanların içinde bebek yüzlü bir insanı hayal etmek pek kolay olmasa da Bebek Çelebi semte adını verecek kadar bebek yüzlüymüş demek ki.


Bebek iskelesi ve yüzyılın başından kalma Bebek camii

İSTANBUL



Ucu bucağı olmayan bir kent İstanbul… Anadolu Yakası’ndan Rumeli Yakası’na, çoğunu görmediğimiz, hatta belki çoğunun adını bile duymadığımız semtleri önüne katarak günbegün genişliyor. Peki ama bu uzak köşeler ne kadar İstanbul? İstanbul demek, Boğaz demek, Tarihi Yarımada demek değil midir? Ya da gerçek İstanbul, eski semtlerde gizli değil midir aslında, her biri geçmişin izlerini taşıyan, yaşanmışlıklarla dolu olan?

İSTANBUL




Boğaziçi’nin Anadolu kıyısında özel konumuyla dikkati çeken Beylerbeyi Sarayı’nı son dönem Osmanlı Sarayları’ndan ayıran yönlerinden birini de, yamaçlara doğru setler biçiminde yükselen ve bu yüzden “Set Bahçeleri” adıyla anılan bahçeleri, bu bahçelerde bulunan köşkler ve eski saraylardan kalan büyük havuz oluşturmaktadır. Üst set bahçesinde bulunan havuzun çevresinde yer alan Sarı Köşk, saltanat atlarının barındığı devrinin en ilginç örneğini yaşatan Ahır Köşk ve eski saraydan kalan selsebilli Mermer Köşk, Osmanlı saray mimarlığının günümüze gelen önemli yapılarını oluşturmaktadır.

İSTANBUL



Beylerbeyi Sarayı

Beylerbeyi ve çevresinin yerleşim alanı olarak kullanılması tarihte oldukça gerilere, Bizans dönemine kadar gitmektedir. 18. yüzyılda yaşamış olan ünlü gezgin İnciciyan’a göre, Büyük Kontstantinus’un diktirdiği bir haçtan dolayı Bizans döneminde “İstavroz Bahçeleri” adıyla anılan yöre, Osmanlılar döneminde Padişahların Has Bahçeleri’nden biri olarak kullanılmıştır. Yine İnciciyan’a göre buraya “Beylerbeyi” adının verilişi, 16. yüzyılda Beylerbeyi Mehmed Paşa’nın burada bulunan köşkünden kaynaklanmaktadır.

Çeşitli dönemlerde padişahların ilgisini çeken Beylerbeyi, yaptırılan kimi köşk ve kasırlarla yazlık olarak kullanılan bir niteliğe kavuşmuş, 1829 yılında Sultan II. Mahmud’un yaptırdığı ahşap Sahil Sarayı ile yeni bir hareket kazanmıştır.

Bugünkü Beylerbeyi Sarayı, Sultan Abdülaziz tarafından II. Mahmud’un ahşap Sahil Sarayı yıktırılarak 1861-1865 yılları arasında, dönemin tanınmış mimarı Serkis Balyan’a yaptırılmıştır. Saray genellikle yaz aylarında, özellikle de yabancı devlet başkalarının ağırlanmasında kullanılmıştır. Sırp Prensi, Karadağ Kralı, İran Şahı, Fransız İmparatoriçesi Eugenie bunlardan bazılarıdır. Sultan II. Abdülhamid de 1918 yılında, ömrünün son altı yılını geçirdiği bu sarayda ölmüştür.

İSTANBUL




Dokuz adadan oluşan İstanbul adalarının en büyüğü olan Büyükada'ya Kadıköy, Bostancı, Sirkeci ve Kabataş'tan kalkan deniz otobüsleri veya vapurlarla ulaşabilirsiniz.

Deniz otobüsleri sayesinde zamandan büyük ölçüde tasarruf edecek olsanız da, bu gezinin vazgeçilmez bir parçası olarak gördüğümüz şehir hatları vapurlarını tercih etmenizi öneririz. Çünkü kelimenin tam anlamıyla keyfe yelken açarken, arkanızda bıraktığınız İstanbul'u demli bir çay ve martılarla paylaştığınız simit eşliğinde izlemenin tadı bir başka oluyor.

İSTANBUL



Büyükada'nın tarihi iskele binasından çıkar çıkmaz karşınıza çıkan restoran, kafe ve birbirinden leziz çeşitleriyle dondurmacılar başınızı döndürüyor. Bisikletleriyle dolaşan cıvıl cıvıl insanlar, kediler-köpekler ve elbette martılarıyla ada, sizi çoşkulu bir şekilde bağrına basıyor.

Büyükada'nın temiz havasının insanı hemen etkilediğini söylemeliyiz. Bu nedenle tura başlamadan önce saat kulesinin hemen solunda yer alan Café Pasticceria'da yapacağınız mükellef bir kahvaltı sizi yaşayacaklarınıza hazırlayacaktır. Kahvaltınızı yaparken adayı, hemen ilerinizde yer alan faytonlarla mı yoksa kiralanan bisikletlerle mi dolaşacağınıza karar vermiş olursunuz.

Biz, Büyükada'dan bugüne kadar sadece askerliği için ayrılmış olan, 70’li yaşlarındaki Mustafa Çınar'ın eşliğinde faytonla Maden Mahellesi'nden başladık turumuza.

İSTANBUL




İstanbul'da güneşli bir yaz gününde yapacağınız belki de en güzel şey bir adaya gitmek olur. Öyleyse, bu güneşli günlerde yanınıza alacağınız bir tutam keyif, huzur ve neşeyle birlikte, buyrun İstanbul'un incisi Büyükada turuna… Martıların yârenliğinde, keyifli bir vapur yolculuğunun ardından varacağınız bu masal diyarı, eminiz ki tek bir dokunuşla gününüzü sihirli kılacak.

KATİBİM ŞENLİKLERİ




Genç arkadaş kendine tenha bir yer seçmiş ve dalmış uzaklara tuvale yansıyanı görüyorsunuz

KATİBİM ŞENLİKLERİ




Güvenlikçi kardeşler sanatın güvenliğini sağlıyorlar!!!!

KATİBİM ŞENLİKLERİ



Küçük Çamlıca Korusu böyle sanatla içiçe bir gün geçirdi

KATİBİM ŞENLİKLERİ

KATİBİM ŞENLİKLERİ



çoook keyifli bir gündü

KATİBİM ŞENLİKLERİ

KATİBİM ŞENLİKLERİ

KATİBİM ŞENLİKLERİ




Üsküdar Belediyesi'nin 20. Uluslararası Kâtibim Kültür ve Sanat Şenliği kapsamında düzenlediği 6. Geleneksel Ödüllü Resim Yarışması'yapıldı.Yarışmanın birincisi 2.500 YTL, ikincisi 2.000 YTL, üçüncüsü de 1.500 YTL'lik para ödülünün sahibi oldu.

KATİBİM ŞENLİKLERİ




Resim sanatına gönül veren herkese açık olan yarışma bu yıl "Çamlıca'dan Tuvale Yansıyan İstanbul" başlığını taşıyordu.

27 Ağustos 2008 Çarşamba

KATİBİM ŞENLİKLERİ




6.Geleneksel Resim Yarışması (Uluslararası)''Çamlıca'dan Tuvale Yansıyan İstanbul''

yarışmasındaydım.

KATİBİM ŞENLİKLERİ





Ebristan: İstanbul Ebru EviEbru, bir resim sanatı olmakla beraber, resim sanatı olmaktan ibaret değildir. Aynı zamanda nükteli bir şiir, yumuşak bir ezgidir de... Ebru, gücü zaman üzerinde oynamaya yeten, dans eden bir figürdür-tıpkı adını telaffuz ederken olduğu gibi-: EBRU! Belki de yeryüzünde hiçbir sanat, adıyla bu kadar bağdaşmamış, bu kadar iç içe geçmemiştir. Suyun yalınlığı, renklerin düğünü, insanın duyguları, doğanın kusursuzluğu ve Yaratan'ın tekliği ebru sanatında buluşur. Ebru sanatında nihai sonuç, bizi o sonuca ulaştıran süreçle beraber incelendiğinde anlam bulur ve zenginleşir. Ebru, fikre düştüğü ilk andan, gözle buluştuğu son ana kadar kendine has mistisizmini asla yitirmeyen bir ifade şeklidir.

Ebristan ise, Osmanlı'dan bu yana uğradığı her tarihte kendine bir yer bulan ebrunun İstanbul'daki evidir. Suyun saflığı, renklerin ahengi, insanın yeteneği ve doğanın çeşitliliği Ebristan'da ebruya can verir. Ebru sanatının yaşayan ustalarından Hikmet Barutçugil'in ebruyla olan diyaloglarını gönüllere açtığı Ebristan, bu sanatın bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da gönüllere açılabilmesi için yapılan ebru evidir.

KATİBİM ŞENLİKLERİ



Bu yıl 20.Uluslararası Katibim Kültür ve Sanat Şenliği 35.sanat yılında Hikmet Barutçugil ''Ebruli Üsküdar''Ebru sergisi ve İncila Bertuğ'un samimi sunumuyla üstadın hayatından kesitlerin paylaşıldığı bir başlangıç yaptı.



1952'de Malatya'da doğan Hikmet Barutçugil, 1973'de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu'nda tekstil eğitimine başladı. Yüksek öğreniminin ilk yılında tanıdığı ve öğrencisi olduğu Prof. Emin Barın'ın teşviğiyle hat sanatına ilgi duydu. Hat sanatı ile ilgili çalışmalarına başladığı sırada ebru sanatını keşfeden Barutçugil'in bu sanata duyduğu sevgi kısa zamanda tüm benliğini sardı. Öğrencilik yıllarında çalışmalarını tek başına sürdürüp kendisini geliştirdi.
1977'de Akademi'den tekstil desinatörü olarak mezun oldu. Okuldan sonra çalışmalarını ebru üzerine yoğunlaştırdı. 1978-1981 yılları arasında ihtisas için gittiği Londra'da da araştırma ve çalışmalarını aralıksız sürdürdü. Geleneksel sanatlarımızın yeni bir dinamizme kavuşturulması gereğine inanan sanatçı, ebruyu her zaman bir bilim dalı gibi görüp, geliştirmeyi hedeflemiştir. 70'li yıllarda çok az kişinin ilgi gösterdiği bu sanatı yaşatmak için yaşamanın gereğine inandığından, günlük kullanım araçlarından iç mimaride kullanılan malzemelere kadar birçok ürün üzerinde uygulayarak geliştirdi.


Daha önce görülmemiş ebru yöntemleri denedi. Literatüre; Barut Ebrusu diye bilinen ebru türünü bulan kişi olarak geçti. Türk Ebru Sanatı'nı tanıtmak ve yaymak amacı ile yurtiçinde ve yurtdışında bir çok sergi, kurs ve seminere imzasını attı. Hikmet Barutçugil'in eğitim faaliyetleri halen Mimar Sinan Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü; Ebristan ve bazı eğitim kurumlarında devam etmektedir. Uluslararası ödülleri olan Barutçugil'in bunlara ek olarak, London British Museum başta olmak üzere dünyaca ünlü müzelerde ve bazı özel koleksiyonlarda sürekli olarak sergilenen eserleri bulunmaktadır.
Ebru sanatı ile ilgili birçok TV programına katılan, dergilerde röportajları yayınlanan Hikmet Barutçugil'in bu konuda yayımlanmış makalelerinin yanı sıra 'Renklerin Sonsuzluğu', 'Suyun Renklerle Dansı', 'Suyun Rüyası Ebru', 'The Dream of Water: Ebru' 'Efsun Çiçeği', 'Ebristanbul', 'Siyah Beyaz Ebru', 'Gül Kitabı', 'Simetri', 'Ebristan'dan Yeşerenler' adlı yayınlanmış on kitabı bulunmaktadır. Sanatçı 1996 yılında İstanbul, Üsküdar'da eski bir konağı restore ederek kurduğu Ebristan 'İstanbul Ebru Evi'nde halen kağıt, kumaş, seramik, cam, ahşap gibi malzemeler üzerine ebru çalışmalarına devam etmekte; hat, tezhip, minyatür, cilt gibi diğer geleneksel sanatları da uygulayarak sürdürmektedir.

www.ebristan.com

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Ramazana Manevi Hazırlık



Mehmed Emîn Efendi, talebelerinden birine yazdığı bir mektupta şöyle buyurdu:

"Bu âleme niçin gelindiğini, asıl maksadın Allahü teâlâya kulluk olduğunu bilmelidir. Can bedende iken mârifetullahı isteyip, dünyâ ve âhiret seâdetine mazhar olmalıdır.

Dünyâ dostu, mal dostu, güzellik dostu ve diğer şeylerin dostu çoktur. Allah dostu, İksir-i âzam (her derde devâ) gibi nâdir bulunan çok kıymetli bir şeydir.

Bir nefesde iki nîmet vardır. Bunun için her nefese iki şükür lâzımdır. Yirmi dört saatte, her saate bin nefes ve her nefese iki şükür olmak üzere kırk sekiz bin şükür olur. Bir insan bütün işlerini bıraksa, şükür şükür diyerek Allahü teâlâya hamd ve şükretse yine şükrün hakkını edâ edemez. Mâlûm oldu ki, Allahü teâlâya şükrün binde birini edâ edemez."

Ramazana Manevi Hazırlık




Mehmet Emin Tokadi Hz.


O evliyalar bahçesinin her yaprağında ayrı güzellikler bulunan yüz yapraklı gülüdür. O hidayet yolunun rehberi, o evliyaların hocasıdır. İstanbul'da Ashab-ı Kiram'dan sonra medfun bulunan üç büyük evliyadan biridir. 1664 senesinde Tokat'ta doğmuş ve 83 yaşındayken İstanbul'da vefat etmiştir. Unkapanına inen cadde ile Zeyrek yokuşunun kesistiği tepe üzerinde Soğukkuyu Piri Paşa Medresesi kabristanına defnedilmiştir.

Mekke'de İmam-ı Rabbani Hz.'nin oğlunun talebesine (Ahmet Yekdes Cüryani Hz.) talebe olmuştur. 3 sene sonunda hocası artık İstanbul'a gitmesini istemiştir. Kendisinden son bir arzusunun olup olmadığını sormuştur. Mehmet Emin Tokadi Hz.'de hocasından dua istemiştir:

"Benim vefatımdan sonra kabrime gelip bir fatiha okuyanın vücudu cehennem ateşinde yanmasın."

Bu dua isteği karşısında hocasına şu hadiseyi hatırlatmıştır :
"Birgün Resulallah Efendimiz (s.a.v.) 'in yanına Cebrail (a.s.) gelir. 'Ya Resulallah Ebu bekir'in (r.a.) 1 saatlik ibadeti 70 senelik ibadet hükmüne geçer' dedi. Resulallah Efendimiz (s.a.v.) hemen Ebu bekir (r.a.) Efendimizi çağırdı. Geldiklerinde 'Evde ne yapıyordun?' diye sordu. Ebu Bekir Sıddık (r.a.) şöyle cevap verdi. 'Ey Allah'ın Rasulu. Hatırıma şöyle şu gelmişti. Hakk Teala cenntei ve cehennemi yarattı. Her ikisinide dolduracağını takdir etti. Ya Resul Allah bende evde Hakk Teala'dan vücudumu cehennemi dolduracak kadar büyük yapmasını diledim.'"

Hocası kendisine şunları söyledi :" Vasiyet etki vefatından sonra kabrini kolay bulunacak bir yere yapmasınlar. Virane bir yere defnetsinler. Kimse bilmesin. Ancak, nasibi olanlar gelip bulsun, dua etsinler.


Yaptığımız herşeyi mutlaka yazan var.
İyilikte mükafat, kötülükte hazan var.
Ham insanlar küf kokar, çünkü onların kalpleri kararmış, paslanmıştır. Merhamet buz tutmuştur onlarda. Ham insan kalpte kırar, haramda işler.
Öyle iyi bir insan olki, kimse senin yüzünden cehenneme gitmesin.
Hiçbir kimseye suizan etme, hiçbir kimseyi kendinden aşağı görme, insanlara tevazu ile yaklaş.
Hakikaten ölüm musibetlerin en büyüklerindendir. Ölümden nasip ibret almaktır. İbret alıp onu nasihat kabul ederek işlek bir yol olduğunu ondan hiç kimsenin kurtulamayacağını bilen ve o yola evliyanın sevgilerini kazanarak hazırlanan kimseye ne mutlu. Ondan ibret almayana ne yazık.
Bize gelen musibet ve sıkıntıların Allah'ın takdiriyle olduğunu bilelim.
Bu dünyanın esası mihnet ve sıkıntı üzerine kurulmuştur. Sıkıntının ise sabretmekten başka ilacı, katlanmaktan başka kurtuluşu yoktur. Şu üç sabır çok sevgilidir. Bunlar; taatte, Hakk'a kullukta, günah işlemekte, bela ve mihnet altında sabırdır.
Bütün mesele yolcu olduğumuzu unutmamaktır. Tuli emel felakettir. Yani, ölümü unutmak, tevbe istiğfarı unutmak felakettir. Bir kimse tevbe istiğfar yapmıyorsa kalbi katı demektir. Tuli emel sahibi demektir.
Allah Teala iki korkuyu bir kulunda cem etmez. Hadis-i Kutsi'de "Dünyada benden korkan, ahirette korkmasın. Dünyada benden korkmayan, ahirette benden çok korksun." buyuruyor.
Korkmak sevginin alametidir. Seven korkar. Sevmeyen korkmaz. Onun için Allah sevgisini Allah korkusunu Allah nasip etsin. Nasibe hazırlıklı olmak lazım. Kibirli olanı Allah Teala sevmez. Allah Teala sevmediklerini muvaffak etmez.

İSTANBUL



İŞTE DUT'UN BİTMEYEN FAYDALARI
Kalsiyum, demir, B1, B2 ve C vitamini yönünden zengin olan dutun birçok hastalığa iyi geldiği biliniyor. Beyaz dut ateş düşürücü ve idrar söktürücü etkiye sahip. Karaduttan elde edilen şurubun ise ağız ve boğaz hastalıklarında olumlu etkiye sahip olduğu biliniyor. İşte dutun diğer faydaları:
"- Beyaz dut yaprakları idrar söktürür, vücutta biriken suyu boşaltır.
- Aç karnına yenen beyaz dut barsak solucanlarını döker.
- Dutun taze yaprakları ile derideki yaralara ve burundaki kanamalara tampon yapılırsa kanamalar durur.



- Ne şekilde tüketilirse tüketilsin iyi bir kan yapıcıdır.
- Sabah aç karnına yenir ve üzerine su içilirse bağırsakların çalışması temin edilir.
- Beyaz dutun 15-20 gram yaprağı 3 su bardağı ile kaynatılırsa iyi bir idrar söktürücü olduğu görülür. Bu terkip aynı zamanda ateş de düşürür.
- İştah artırır, enerji verir.



- Kalsiyum , demir, B1, B2 ve C vitamini yönünden zengin.
- Kara dut şurubu ya da kara dutun yaprak ve kabuklarının kaynatılması ile elde edilen sıvı ağız ve boğaz antisepsisinde, diş eti iltihaplarında kullanılır."

İSTANBUL

Hindistan'daki bir grup besin araştırmacısı dut yaprağının iyi bir gıda kaynağı olabileceğini ileri sürerek, bu yönde çalışma yaptı. Çalışmalarına göre, dut yaprağı tozu ile buğday ununun bir bölü dörtlük karışımının, Hint mutfağında kahvaltı ve akşam yemeğinde yaygın olarak tüketilen "paratha"nın yapımında kullanmayı öneriliyor. Çünkü vejeteryan hint diyeti, özellikle tahıl ağırlıklı ve protein bakımında epeyce zengin, meyve ve sebze bakımından da çok zayıf kalıyor. Bu yüzden yüksek besleyiciliği olan, toksik olmayan ve ucuz dut yaprakları açlığa karşı güçlü bir çıkar yol olarak görülüyor.



Dutun, meyve olarak faydaları kadar ağacı da birçok alanda kullanıyor. Dut ağacının tahtasının sert, dayanıklı ve sıkı zerreli olduğu için özellikle tenis raketi, sörf tahtası ve bot gibi spor ekipmanı yapımında kullanıyor. Ayrıca tepesi kesilerek yuvarlaklaştırıldığı için gövdesi direk olarak kullanılabilir.



Öte yandan, dut ağacından beslenen zararlı böcek olmadığı için herhangi bir tarım ilacı da kullanılmıyor. Bu nedenle dut dünyanın en ekolojik ürünlerinden biri olarak sayılıyor.

İSTANBUL

Ramazan hazırlıkları



Ramazan'da sabırla beklenen iftar saatinde kurulan sofralarda yerini bulan yiyeceklerden biri de reçel. Ayva, şeftali, çilek veya vişne reçeliyle ağzınızı tatlandırabilir, tatlı isteğinizi giderebilirsiniz. Ben şeftali marmeladımı yaptım bu çilekleri tarladan kendimiz toplamıştık ama reçel yapamya fırsat bulamadan bittiii.

Ramazan hazırlıkları



Ramazan çevresinde gelişen mutfak kültürümüzün önemli bir bölümünü Ramazan hazırlıkları oluşturur. Bugünkü gibi her mevsimde bütün sebze, meyve, kuru yiyeceklerin bulunmadığı eski ramazanlarda iftar ve sahurda yenilecek yemeklerin malzemesi ucuz ve bol bulunduğu mevsimlerde Ramazan ayı için özel olarak hazırlanır ya da satın alınırdı.

Halk arasında ramazanlık ya da ramazaniyelik olarak adlandırılan; önceden toplu olarak satın alınan, üretilip hazırlanan bu yiyecekler özellikle kış aylarına rastlayan Ramazanlarda önem kazanırdı. Geleneksel mutfağımızda başlı başına bir zenginlik gösteren ramazan hazırlıkları şunlardır:

Pastırma, sucuk, kavurma vb. et mamulleri. Yeşil fasulye, patlıcan, kırmızı biber kurutmaları. Çeşitli turşular. Peynir, yağ türleri. Başta tarhana olmak üzere çorbalıklar. Reçel, pestil ve marmelât çeşitleri. Vişne, zerdali, erik vb. hoşaflıklar. Bulgur, erişte, pirinç ve makarnalar. Domates ve biber salçaları, kuru yufkalar vb. ekmek çeşitlerinin hazırlanması.

Ramazanlıkların önemli yanı en az bir ay yetecek ölçüde hazırlanması ya da satın alınmasıydı. Diğer zamanlarda günlük, haftalık ihtiyaç kadar satın alınan un, yağ, şeker en az Ramazan boyunca yetecek ölçüde çuval ve tenekelerle satın alınırdı. Buna bazı yörelerimizde ramazan tedariki de denirdi.

Geçen yüzyılın başlarında İstanbul hayatı hakkında önemli bilgiler veren “Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri” adlı eserinde Abdülaziz Bey, Ramazan hazırlıklarını şöyle anlatır:

“Bütün İslam dünyasında ve Osmanlı ülkesinde Ramazan ayına çok önem verilirdi. İki-üç ay kala her evde hazırlık ve tedarik başlar. Halk sair günlere ait erzak ve ev ihtiyaçlarına ek olarak, imkânları nispetinde reçeller, sucuk veya pastırma, zeytin, peynirler, şerbetlik şekerler, şuruplar, kâfi miktarda şeker ve hoşaflıklar, güllaç, çorbalıklar alır, ayrıca hanedeki sahan, tencere, sini gibi bakır kapların hepsi kalaylanır, hallaçlar çağrılır, yatak takımlarının yün ve pamukları attırılırdı. Kübera yeni kürkler, elbiseler ve seccadeler alır, hanımlar Ramazanda giymek için kendilerine ve cariyelerine elbiseler yaptırırlar, hatta kibarların bazıları oda döşemelerini bile yeniletirlerdi. Yine herkes kudretine göre Ramazanda kullanılmak üzere zarif kahve zarf ve fincanları, su bardakları, kıymetli kaşıklar alır, çocukların hoşlarına gitsin diye sapı düdüklü kaşıklar tedarik edilir, elbiseler diktirilirdi. Çarşı pazarlarda bakkallar demet demet renkli bağlara bağlanmış güllaçlar, sucuk veya pastırmalar asar ve her türlü erzaklarını teşhir eder, şekerci dükkânlarında türlü reçel numuneleri birer ufak tabak içine konur, dükkânlar envai şerbetlik, şekerler ve haması denen şerbetliklerle tezyin edilirdi. Tütüncü dükkânları Ramazan ayı için âlâ Boğça, Yenice ve Samsun tütünleri kıyar, elvan kâğıtlara koyup hazırlarlardı. Bütün mahallelerdeki kahvehaneler silinir, camları temizlenir, hayalciler ve zuhuri kolları icrayı sanat etmek için Dersaadet’in kalabalık yerlerindeki büyük kahveleri kiralarlardı.

Bir tarafta da çorbalara ekmek için çeşitli baharat sergilenir. Kur’an-ı Kerim okunurken yakmak üzere ödağacı, kurs, anber kabuğu gibi buhurlar; tablalar üstünde ağzı pamukla kapatılmış olan çok sayıda küçük şişeler içinde bumbar denen yemekle beraber yenen hardallar; iftarda oruç bozmak için hurma ile çeşit çeşit baharlı elvan renk şekerler bulundurulurdu. Yine bu cami kapılarının dışında tablalarda çeşit çeşit simitler, çörekler ve Ramazan pideleri yer alırdı.”

Hali vakti yerinde olanların hısım ve akrabaya, konu komşuya ramazanlık göndermesi adettendi. Bugün birçok fabrika ve işyerinde Ramazan öncesinde işyeri sahiplerinin çalışanlarına ramazanlık dağıtması o eski geleneğin yaşayan bir uzantısı olarak değerlendirilebilir.

Her yönden gelişen ülkemizde modern tarım ve hayvancılığın imkânlarıyla hemen her mevsimde bütün meyve ve sebzeleri bulmamız mümkün olmaktadır. Öyle tahmin ediyoruz ki yakın bir gelecekte her şeyin bol miktarda ve çeşitte bulunması Ramazan hazırlıklarını bir nostalji olarak belleklerimizde bırakacaktır.

Gerede



Şeyh Abdullah Efendi Türbesi : (Yukarı Tekke camii yanında) Kabiller Mahallesinde aynı adla anılan camiye bitişiktir. Türbede Abdullah Efendi ve oğlu, S. Ahmet Efendi, meftundur. Hemşehrimiz Necdet Suna tarafından gönderilen bilgide Evliyalar Ansiklopedisindeki bilgi şöyle başlıyor. "Anadolu velîlerinden. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. On dokuzuncu asrın sonlarında yaşamıştır. Tasavvufta Mustafa Sâfî Efendinin derslerinde ve sohbetlerinde kemâle erdi. Hocasının vefâtından sonra yerine irşad insanlara doğru yolu gösterme, anlatma vazîfesi yaptı."

Gerede



"Gerede" adının ilkçağlarda kullanılan "Kratia"dan türediği bilinmektedir.Tarih içersinde FLAVİOPOLİS, GEREDİA, KRATYA, GERDİBOLİ, GERDÜPEBOLİ, GERDEPEBOLİ, GERDELE, GEREDE isimleri ile söylenmiştir.Kuruluşu ilk çağda Anadolu'da medeniyet kurmuş BİTİNYALILAR devrine dayanır.Sırasıyla Bitinyalılar, Frigyalılar, Lidyalılar, İranlılar, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslılar idaresinde varlığını devam ettirmiştir. Roma imparatoru 1.Theodosisus(Büyük) Bithynia ve Paphlagonia'nın bir bölümünü ele geçirdiğinde burada "Honorias Eyaleti" ni kurduğunda Flaviopolis Honorias'ın önemli kentlerinden biri oldu.

Bizans İmparatorluğu zamanında İstanbul Patrikhanesine bağlı bir psikoposluk merkezidir.Orta çağda müslüman Türk'lerin eline geçmeden önce şehir merkezinin Keçi Kalesi diye bilinen yerde Bizans Hakimiyetinde olduğu bilinmektedir.

Müslüman Türklerin eline geçtikten sonra bugünkü yerinde bir uç beyliği şeklinde yeniden kurularak Oğuz Türkleri ile iskan edilmiştir.(1197)Günümüzde Kayı ön adlı köyleri hala varlıklarını devam ettirmektedirler.(Kayı,Kayıkiraz,Kayısopran,Salur,Afşar,Kösreli,.....) Uç beyliği döneminde yarı bağımsız bir şekilde,Büyük Selçuklular,Anadolu Selçukluları,İlhanlılar'a bağlı olarak,Osmanlılar'a geçmeden önce de bir müddet müstakil beylik olarak yaşadı. I.Alaaddin Keykubat(1219-1237) zamanında Gerede Anadolu Selçıklu Devletini meydana getiren 21 eyaletten biri idi.

Yıldırım Beyazıt Kastamonu'ya ilerlerken Gerede'yi Osmanlı topraklarına kattı(1395).O devirde Yıldırım Beyazıt tarafından Gerede'ye bir cami,bir hamam ve iki medrese yaptırılmıştır.Köprülüler devrinde de 2 Kervansarayın varlığı bilinmektedir. 1692 yılında Gerede,Bolu Sancağına bağlı subaşılık haline getirildi.1812 yılında 19 kazanın birleştirilmesiyle Bolu-Safranbolu birleşerek mutasarrıflık kurulmuş ve Gerede bu yönetim içinde kaza merkezi olarak yer almıştır.1864 yılından 1870 yılına kadar nahiyelik dönemi yaşadı.1870 yılında Bolu Sancağına bağlı kurulan 5 kazadan biri de Gerede'dir.Nahiyeleri de Mengen ve Çağa'dır (Kastamonu Salnamesi,Devlet salnamesi).

İbn-i Batuta Seyahatnamesinde Gerede'yi şöyle anlatır:"Burası bir yayla eteğinde güzel ve büyük bir şehirdir.Çarşı ve caddeleri geniştir.Dünyanın en soğuk yerlerinden biridir.Ayrı ayrı mahallelere bölünmüş olup,her mahalle halkı kendi aralarında yaşar,öteki mahallelerle bir yakınlık kurmaya çalışmaz."

Evliya Çelebi XVII.y.y.da Gerede'den geçmiş ve Seyahatnamesinde Gerede'yi şöyle anlatmıştır."Gerede, Bolu sancağı hakinde subaşılıktır.150 akçelik kazadur.Yeniçeri serdarı vardır.Şehir bir vasi ova içinde olup 100 adet tahta ve kiremit örtülü tarzı kaim hanesi vardır.9 mahallesi,10 mihrabı var. Çarşı içindeki cami güzeldir.3 tekke,1 hamam,3 han,200 dükkan,7 kahvehanesi vardır.Cümle esnafından ziyade debbağ ve bıçakçısı vardır.Gerede göni ve sathiyanı meşhurdur.Abu havası latif yayla yerdir.Ahalisi gayet tendürüttür. Halkı ekseriya softa ve talebedir. Soğuğu pek çoktur.Efvah-ı nasta soğuk anılsa;Erzurum soğuğu beni Geredede bulun demiş,deyu darbumesel söylerler.Halkı zinde,mücessem,seci Türk taifesidir.4 çevresi,cenubu Kenkırı şehrine varıncaya kadar mamur nahiyelerdir.40-50 bin Etrak taifesi vardır."

1810 yılında Morier isimli bir seyyah Gerede'ye uğramış ve "İran'a, Ermenistan'a, Anadolu'ya ve İstanbul'a Seyahat" eserinde şunları yazmıştır: "Gerede büyük bir şehirdir, girişinde fazla miktarda deri fabrikaları (tabakhane)görülüyor.Dükkanlar ve pazarlar iyi görünüşlü Türklerle dolu."

Milli Mücadele yıllarında 13 Nisan 1920 de Düzce'de başlayan ayaklanma 21 Nisanda da Gerede'ye sıçramış,Ankara Hükümetinin Bolu Mebusu Şükrü Bey ve Hüsrev Beylerin müfrezelerinden oluşan iyi niyet kurulu Gerede yolunda ayaklanan köylülerce yakalanarak Bolu ve Düzce'ye götürülmüştür.Bunun üzerine bölgeye gönderilen Rafet Bey 31 Mayıs ta Gerede isyanını bastırmıştır*.

Not*:Gerede'nin isyana katılması ile ilgili geniş bilgi Rahmi Apak'ın 1990 Türk Tarih Kurumu Basımevi "İstiklal Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu"eserinden elde edilebilir. "Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları XXIV.Dizi-Sa.16"

Gerede 1923 yılında vilayet olan Bolu'nun Düzce Mudurnu,Göynük ile birlikte 4 kazasından biri haline gelmiştir.

geçtiğimiz haftalarda seminer vermek üzere gittiğim Gerede sokaklarında çektiğim bir resim

İSTANBUL



İstanbul 1453’te Fatih Sultan Mehmet’in şehri kuşatmasından önce de birçok kuşatmaya uğramıştı.Şehri çevreleyen Roma devri surları bütün önceki kuşatmaları durdurabilmişti. Çok uzun süren kuşatmalarda şehrin ihtiyaçları deniz yolu ile takviye edilirdi.Rumelihisarı, karşı kıyıdaki daha erken tarihli bir Türk kalesinin karşısında, İstanbul’u kuşatma sırasında Karadeniz’den gelebilecek yardım ve takviyeleri önlemek amacı ile, şehir kuşatmasından önce inşa edilmişti. Bu askeri yapı 1452’de 4 ay gibi inanılmaz kısa bir sürede tamamlanmıştı.Bütün Orta Çağın bu en büyük ve kuvvetli hisarı 1453’te İstanbul’un Türkler tarafından fethini takiben stratejik önemini yitirmiştir. Klasik Türk kale mimarisinin bu güzel örneği bütün heybeti ile Boğaziçi'ni süsler. 1950’li yıllarda yapılan onarımları takiben müzeye çevrilmiştir. Her yıl yapılan İstanbul festivallerinde Hisar içi bir açık hava tiyatrosu olarak kullanılmaktadır. Hisar bütünü ile, en güzel şekilde Boğazın karşı Asya sahillerinden veya Boğazda sefer yapan vapurlardan seyredilebilir.

Ben de bu fotoğrafları geçtiğimiz hafta vapurdan çekmiştim.

İSTANBUL



Galata Kulesi 1384 yılında Galata denen Ceneviz kolonisinin surları arasındaki en yüksek noktaya yapıldı.

Galata Kulesi Osmanlı'nın ilk dönemlerinde Yeniçeriler tarafından kullanılıyordu. Kule 16. yy'da Kasımpaşa'daki donanmada tutsakların barındırıldığı yerdi.

II. Selim döneminde (1566-1574) Galata Kulesi asıl gözlemevi Pera'da olan Türk Astronomu Takiuddin tarafından yenilerek gözlemevi olarak kullanıldı. Daha sonraki yüzyılda II. Mustafa döneminde (1695-1703) Şeyhülislam Feyzullah Efendi bir Cizvit papazı ile birlikte Kulede bir gözlemevi kurmaya çalıştıysa da bu çabaları 1703 yılında öldürülmesiyle yarım kaldı.

Galata Kulesi Osmanlı döneminde, çeşitli sebeplerle, fakat özellikle 1794 yılındaki (III. Selim dönemi) büyük Galata yangını nedeniyle II. Mahmut tarafından 1832 de yeniden yaptırıldı.

Kulenin konik tepesi. 1875 yılında bir fırtınada uçtu ve daha sonraki restorasyon sırasında yenilenmedi. Bundan sonra kule 1964 e kadar yangın kontrol istasyonu olarak kullanıldı ve 1967 de turistik hizmete açılana kadar restorasyon için kapalı kaldı. Bu restorasyon sırasında Osmanlı döneminde yapılan değişiklikler de göz önüne alınarak Cenevizliler dönemindeki yapıya daha uygun olması için konik tepe tekrar eklendi.

İSTANBUL



Büyükada 9 adet adadan oluşan İstanbul Adalarının ilçe merkezidir. 5400 Km2 yüzölçümüne, 2000 yılı itibarı ile 7320 kişilik nufusa sahiptir.Bu nufus yaz aylarında 10 -15 katına kadar çıkmaktadır. Evlerin büyük çoğunluğu yazlık olarak kullanılmaktadır. İki tepeden oluşan Ada’nın kuzeyindeki İsa Tepesi (Hristos) 164 metre,güneyindeki Yüce Tepe (Aya Yorgi) ise 202 metredir.

24 Ağustos 2008 Pazar

İSTANBUL



İstanbul’un asıl sahibidir martılar

İstanbul’un cazgır martıları, bazen üst kat komşusu olur, bazen vapurda yolculuk arkadaşı.
Şairin ‘denizin sokak çocukları’ dediği martı, en eski İstanbullu’dur. Kendileri, oldukça gürültücü, elinizden simit yiyecek kadar rahat ve kente hakimdirler… Martı, dünyanın en iyi manzara ve kadrolu şair kuşudur...
Martı, geveze, gürültücü bir kuş olsa da, rüyada martı görmek uzun zamandır beklenen mutluluk verici bir habere yorulur. Rüyasında martı görenin zenginleşeceği, hayırlı bir işe başlayacağı söylenir. Martı eti yemek haram mala, tüyünü ya da bir parçasını almak ise az ama sürpriz bir kazanca sahip olmaktır. Kimileri için ise martı görmek, daima bağırıp çağıran, hiddetlenen, herkesi rahatsız eden bir kişiye yorulur ki İstanbullu martılar için bu neredeyse bire bir doğrudur… Martılar manzaranın içinde güzel ama yakınlarındayken bir o kadar yorucudur.
İstanbullu için cazgır gibi bağıran, uçarken bile çığlık atma yetisini kaybetmeyen ve simitle beslenen bu kuş, bazen üst kat komşusu olur, bazen vapurda yolculuk arkadaşı… İstanbul’da etrafa bakıp da martı görmemek zordur. Gece hayatını yaşamaya hevesli ve geveze, güne isterik kahkahalarla gülerek başlayan bir çaçaron olduğu için de martılarla yaşamak için onları unutmak gerekir. Martılar, iyi komşu sayılmazlar çünkü sustan anlamazlar ama onlardan iyi manzara kuşu da bulunmaz…