foto/ 17/AĞUSTOS2007 AĞVA (Şengül Yiğit )
HUZUR EVRENSELLEŞİRKEN
Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nden sonra İngilizceye çevrilen "Huzur" da nihayet geçtiğimiz günlerde Amerika'da yayımlandı. Ahmet Hamdi Tanpınar ve eserleriyle, sadece akademik çerçevede değil, kendi tefekkür ve mâna dünyam adına ilgilenmiş bir medyunu olarak konu beni ziyadesiyle heyecanlandırdı.
Yerel-evrensel ilişkisinin beşerî bilimlerin gündemine olanca ağırlığıyla kurulduğu, globalin buyurganlığından mağdur ve muzdarip dünya'nın bu ilişkinin serencamından medet umduğu bir zamanda Huzur'un insanlığın huzuruna çıkışı beni yeniden Tanpınar'a ve Huzur'una götürdü. İşte bu yazı, yazarının yerel-evrensel zihin mesaisi üzerinden Huzur'un kuşatıcı ikliminde şu sorulara cevap aramak üzere kaleme alındı: Tanpınar'a sağlığında "sükût suikastı"na uğradığını düşündüren ilgisizliğin ölümünden sonra nitelikli ve yoğun bir alâkaya dönüşmesinin sebebi neydi? Globalleşme sürecini tıpkı başlangıcı gibi Amerika patentli şirketler ve ürettikleri ekonomik zihniyet ve pratikler üzerinden gerçekleştiren dünyamızın Tanpınar'ın eserleriyle buluşmasındaki yazgıya nasıl bir beşerî boyut iştirak etmişti? Tanpınar'ın Huzur'u neyi hatırlatabilirdi büyük insanlık ailesinin huzursuz bireylerine?
Dünü ve bugünü Huzur'la okumak...
İnsan olma keyfiyetinin, Tanpınar'ın eserlerinin vazgeçilmez zemini olduğunu söyleyerek konuya girebiliriz. Bu bağlamda o, eserleri global dünyanın dilinde ve raflarında yer almadan önce de bizatihi evrenseldir, evrenselleşmiştir. Globalizmin; reklam, propaganda, kâr güdüsü, şahsî çıkar gibi hiçbir vasıtasına tevessül etmeksizin bir pınar gibi kendi yatağından dünyaya taşması, eserlerinin liyakatinin dış bir delilidir. İç deliller için Huzur'u bu yönüyle okumaya tâbi tutabiliriz. Aslında insanımızın sosyo-kültürel mecrasında ve bize has bir sevme biçiminin etrafında cereyan eden bir varoluş macerasının romanı olarak Huzur, aynı zamanda insanoğlunun romanıdır da. Çünkü Huzur'da yerelin macerası, bir dünya savaşı arifesinde; aşk, ölüm, sanat gibi kadim varoluş alanları ile insan ve medeniyet gibi evrensel zeminler üzerinden verilmiştir. Birincisi var olmak durumuyla insanlığı bizatihi ilgilendirirken; ikincisi, geçmişte önemli bir medeniyet dairesinde yer almış bir toplumun; mazisiyle bağlı, bugünüyle ait olduğu kültür ve medeniyet kodlarının, edebî bir eserde yer alış şekliyle günümüz insanının dikkatini cezbedebilir, etmelidir. Bu gereklilik edatı elbette gelenekten koparken, onun farklılığa açık hoşgörüsü ile de bağlarını koparan modern insanın, farka duyulan saygının yerine tek tipleştirmeyi koymasıyla ödediği bedellerin farkına vardığı noktada geçerlidir. Bugün yine bıçağın kemiğe dayandığı bu müessif noktada kendilerinden olmayanı her/bir şekilde dünya yüzünden silmek istemiyle netlik kazanan narsist/modern ihtirasın nihayet kendisinden olmayana da kulak vermesi, aynı zamanda onu huzura eriştirebilme imkânını taşımaktadır. Tanpınar'ın Huzur'unda bu imkânlar, bir medeniyetin bütün değerlerini taşıyan karakterlere giydirilerek verilir. Mümtaz; "oluşun bu zerresi", Nuran'ın aşkında bir kültür miracını yaşarken, "kendisini Kâinat kadar geniş, sonsuz" bulmaktadır. Bu demektir ki, neredeyse manevî tecrübe süreci olarak seyreden böyle bir çekim gücünün, Mümtaz'ı önce kendi varlığıyla tanıştırarak onunla hemhal etmesi sonra ruhunun çeperlerini aşmaya zorlaması ve bu aşkınlık üzerinden kâinata ve insanlığa taşıması kaçınılmazdır. Nitekim bu duyguyu kendisinde bulması Mümtaz için "hakiki bir selamet, hatta bir nevi olgunluk olmuş, o zaman içinde yaşadığı saadeti, sadece şahsına ait bir şey gibi görmemeye başlamış ve ruhu insan talihine başka türlü açılmıştır." Kâinatın ve insan talihinin; şahsiyet, irsiyet, aidiyet, uzviyet, estetik ve kader gibi bütün beşerî açılımlarıyla bir aşk kültürü üzerinden kavrandığı noktada artık ne hiç kimse ötekidir ne de kimseye ait bir şey: "Debussy'i Wagner'i sevmek ve Mahur Beste'yi yaşamak" talihimiz olduğu gibi, "Sainte-Chapelle pek az tesadüf edilir cinsten bir Şark, bir Kandehar zümrütü, bir Keşmir yakutu veya Yemen akiki kadar Şark"tır.
Tanpınar için insanın asli hüviyeti şu tek bir cümlenin varoluşsal imkânında mâkes bulur: "İnsan beyhude yere eşref-i mahlûkat olmadı." Huzur'un özellikle sûfi meşrepli musikişinas kahramanları, bireyi eşref-i mahlûkatlığın -emanet- tahtına yeniden davet edecek kadar güçlü ve sahihtirler. "Sadece Emin Dede değil, bir Aziz Dede, bir Zekai Dede, bir İsmail Dede, bir Hafız Post, bir Itri, bir Sadullah Ağa, hattâ bir Abdülkadiri Meraği, bu anlamda bir kile buğdayın içinde tek bir tane olarak yaşamayı seven insanlardır. Onlar "hiçbir azdırıcı ile kendilerini çıldırtmamışlar, sanatlarını bir benliğin ikrar vasıtası olarak değil, büyük bütünde kaybolmanın tek yolu olarak tanımışlardır."
Global etik arayışlarının nihai noktada insanlığa sunabildiği, aslında bütün inanç sistemlerinin temelinde zaten var olan ve ruhî tekâmülün neredeyse ilk basamaklarını teşkil eden kadim bir prensiptir: "Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma!" Huzur'un ise yeni okuyucularına, beşerî aşktan "insan talihine" ve ilahîye uzanma imkânında Mümtaz ve Nuran; sanatın, ilahî aşkla ve insan ruhuyla karşılaştığı noktada Emin Dede ve emsalleri etrafında, yeryüzünde "başkası"nın da var olduğunun içe sindirildiği, kalpten kalbe giden yol üzerindeki bir yaşama biçimine kapı aralayacağını ümit edebiliriz.
Modern insanın Şark'ta bulduğu cevaplar
Bu efsunlu kapıdan girebilenler, orada aşkın terkisinde ölümün de nasıl idrak edildiğini göreceklerdir: "Büyüğe, bütüne, kemale ancak onlara (aşk ve ölüm) eriştiğimiz, bu tecrübeleri nefsimize mâl ettiğimiz zaman vâsıl oluruz. Hakiki hayat, Hayyam'ın şiirlerindeki destiler gibi ölümün elinde yoğrulur, aşkın ateşinde pişer ve tam kıvamını bulduğu zaman yine ölüm onu ebediyetin kucağına atar". Günümüzde "ölümü yadsıyan kültür" olarak tanımlanan Amerikan kültürü, Tanpınar'ın daha 1900'lü yıllarda "modern hayat, ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder" düşüncesi karşısında bel-li-ki şaşıracaktır. Fakat aynı kültürde, çocukların ölüme tanık olmamalarının, gelişimlerinde süreksizlik yarattığından şikâyet eden sosyal antropologlar "ölümle ebediyetin el ele verişi, Müslüman Şark'ın ezelî birlik rüyasıdır" tespitini gördüklerinde muhtemeldir ki şaşkınlığın ötesine geçerek çocuklarına ebediyet ve ölüm fikri aşılama adına bile olsa Şark'ı tanıma arzusuna kapılacaklardır.
Maneviyatından kopma tehlikesiyle karşılaşan modern insan, günümüzde yeniden sureti üzere yaratıldığı ve kendisine şah damarından yakın yüce Varlığı arıyor ve varoluşunun kadim sırrını, asli maverasında çözmeye çalışıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar, beşerî aşktan ilâhiye uzanan yolda esrarlı ve ısrarlı hamleleri, mistik ilhamla saf dîni tecrübe arasındaki med-cezirleri, şahsî ızdırabında insanlığın ızdırabına açılma meziyeti, iki medeniyete ait vâzıh değerlendirmeleri yani bizi olanca cömertliğiyle mahremiyetine dâhil ettiği varoluş tecrübesi ile bu arayışlara talip olan herkes için daima kapısı çalınmaya değer olacaktır. Bu satırların yazıldığı sırada Amerika'nın yeni umudu olarak Obama, Lincoln'un el bastığı İncil üzerine başkanlık yemini ediyordu. Yazıyı evrensel bir temenni ile sonlandıralım: Barack Hüseyin Obama, adındaki simgesel birleştiriciliğin; huzur, barış ve adaletin tesisi adına atılacak evrensel adımlara işaret ettiği şeklinde tezahür eden global umudu da anlamak ve karşılamak adına halkıyla birlikte "A Mind at Peace"ten yayılan Huzur ile mutlaka tanışmalıdır.
zaman
Dr.Selma Karışman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder