14 Aralık 2008 Pazar

Dost Kalemler



SAİR ZAMANLAR

İçinizi vakitsiz bir hüzün kaplar aniden. Ne olduğunu anlayamaz, bütün gürültülerden kaçıp yalnızlaşmak istersiniz. Kaçtıkça çoğalır sesler, yalnızlaştıkça büyür hüznünüz. Sebebini bilemediğiniz sımsıcak yaşlar damlar kalbinize aniden. Ne çalacak bir kapı, ne yaslanacak bir huzur… Sessizce sıkıntılarınızın içine saklanır, kör karanlıklarda aydınlık ararsınız… Gün aralıklarından uykuya, gece aralıklarından yıldızlara koşarsınız. Zaman girdaplarında avare dolaşan vakitsiz bir ayrılığın, gözlerini size kırptığını görürsünüz. Ne geriye dönüp geçmişinize kavuşabilir, ne geçmişi terk edip geleceğe gidebilirsiniz. Sessizce ağlar, saklanacak bugün ararsınız. Bulamaz kahrolursunuz…

Hüzünlü… Ağlamaklı… Çaresiz... Her şeye meydan okuyan kendimin alışamadığı, ağladığı ilk ayrılıktı. Biliyorum bu son gidişin. Birbirini gören aynaların içinde uzayan sayısız yollar kadar uzun yolun. Dokunsam tutacak kadar yakın, ama hiç dokunamayacağım kadar uzak. Sahi, sen hangi aynadan yansıyan gerçeksin? Hangi gecenin yıldızı, hangi yolun yoldaşısın? Sahi, arkasına bakmadan bırakıp giden senmisin?

Bilmem! Ne gösterir zaman? İnsanlar, ayrılığa da alışmalı. Kader! Üzülme, bazen de ayrılıklardır insanları birbirine kavuşturan. Biliyorum. Bu son gidişin. Artık dönmeyeceksin. Arkandan su dökmek bile işe yaramayacak. Gözlerinin içinden bana doğru akan görüntü karelerinin içerisinde yer almayacağım artık. Nazlı bir kalp olup küsemeyeceğim sana. Ürkek bir kelebek gibi konamayacağım yüreciğine. Ayrılmak alışmaktan da zormuş!

Sabah… Güneşin uyandığı vakitler. Çöpçüler güneşle birlikte geceyi süpürüyor sokaklardan. Uykulu gözleriyle şehre iniyor insan. Apartman kapılarından sayısız kaygılar düşüyor hayata. Caddeler… Sokaklar… Arabalar… Çocuklar… Babalar… Anneler… Bu benim adımlarını zamanın kalbinde koşturanları ilk seyredişim. İlk duyuşum: emeklerini fabrikalarda, konfeksiyon atölyelerinde kendi elleriyle öğüten adamların çaresiz feryatlarını. İlk tanıyışım, akşama kadar biriktirilen umutları, sabaha kadar yutup, yaşama her gün yeni kaygılar düşüren dünyanın dönüşünü.

Akşam… Güneşin uyuduğu vakitler. Güneş camlara çekilen perdelerle yavaşça süzülüyor hayattan. Az sonra gecenin koynuna yaslanacak şehir... Yaşam, gecenin aralıklarından içeriye süzülen ışık huzmelerinin aydınlığında solunacak. Kent, karnına basan her günah adımla biraz daha acı çekecek. Kulağına fısıldanan her günah şarkıyla biraz daha çığlık atacak. Gece, kendi ruhunun dinginliğinde bile huzur bulamayacak. Hayat vurdumduymaz insanların gürültülerinden kendi sesini duyamayacak. Kent, içindekilerle birlikte kör bir bıçağa sırtını dayayıp, acılara arabesk ağıtlar yakarak, sancılarıyla birlikte sabahlara kadar sahte bir tebessümle somurtacak!
&
İçimde saklı duran, saklandığım bu şehirde: yaşamsal davranış biçimlerimden geriye "büyümekten değil, içindeki sesi yitirmekten korkan" bir "ben" kaldım. Rabbim, ben artık seslerin ortasında sessizliği arayanlardanım. Gördüklerimin, yaşadıklarımın sancısını hissedemez oldum. Yalvarıyorum, "ölümü unutmadan ellerimden tut" yoksa düşeceğim
Nurdal Durmuş

Hiç yorum yok: