
Ne resim gerçek, ne de “senin” resmin
Basit ama atladığımız yakıcı bir gerçek var: Basit gerçek şu: Güneş ışıtır; ayna yansıtır. Bu basit gerçeğin atladığımız boyutu ise, ışığı güneş, yansımayı da ayna sanmamız. Yani, görüneni gerçek sanmamız; ardından da gerçeği yoksaymamız. Oysa ışık da, yansıma da gerçek değildir; sadece gerçeğin görünen kısmı, bir resmidir.
Modernliğin felsefî düzlemde kurucu babası Descartes'ın en büyük hatası, ruh'la beden'i ayrı kategoriler olarak konumlandırması ve nihayet birbirinden ayırmasıydı.
Descartes'ın hatası, felsefesi'nin muhtevasında değil, metodunda gizliydi: Metod'u muhteva katına yükseltmesinde yani. Descartes, hayatiyet'i hayat zannetmiş, hatta farzetmişti: Oysa hayat; vasat'ır, asıl'dır, norm'dur, etik'tir, kısacası dil'dir; hayatiyet ise vasıta'dır, usûl'dür, form'dur, estetika'dır, kısacası üst-dil'dir. Descartes, üst-dil'i, dilin bizatihî kendisi sanmış ve öyle konumlandırmıştı.
Dil varsa, üst-dil varolabilir veya varedilebilir'di. Hayat varsa, hayatiyet varolabilir veya varedilebilir'di. Hayatiyet'i hayat sanmak ya da insanı sadece beden'den ibaret sanmak, ruh'u bedene göre tarif etmek veya yoksaymak, hayatın ve dolayısıyla da insanın yok ediş ve yok ediliş sürecini başlatacak tohumları ekmek demekti/r.
Oysa ruh (=vasat ya da asıl) olmadan beden (=vasıta ya da usûl) hem varolamaz, hem de hiçbir şey ifade etmez. İşte Descartes'ın yanılgısı, vasıta'yı vasat sanmasıydı. Vasıta'nın bir vasat oluşturucu ve vasatı ifade edici bir “aracı” ve “araç” olduğu doğru. Ancak vasat'ın yani asıl'ın önce hayat bulduğu, sonra da hayat olduğu kaynak, dolayısıyla asıl varsa, vasıta asıl'a yani vasat'a dayanarak bir usûl oluşturabilir, bütün'ü ve hakîkat'i parçalamayan bir resim sunabilir.
Descartes, vasat'ı / vasatın kaynağı asıl'ı yok ettiği ve vasıta'yı / usûl'ü asıl katına yükselttiği için modernler hayata, kendilerinin dışındaki varlıkların, mesela Tanrı'nın, Kâinât'ın ve insanlığın hayatına da kasdetmekte bir sakınca görmediler: Kültür, toplum, bilim, teknoloji, akıl, içgüdü gibi araçları putlaştırdılar ve insanlığı sadece kaos üreten araçların sultasına boyun eğdirdiler.
Özetle Descartes, iki büyük indirgeme hatası yapmıştı: Birincisi, hayatı görünüş'e kilitlemesiydi. İkincisi ise, metodu / usûl'ü, asıl katına yükseltmesi ve aslı, aslın ifadesi olduğu bütün'ü yoksaymasıydı. Nietzsche'nin deyişiyle, nedenlerle sonuçları karıştırması, dolayısıyla sonucu neden sanması ve hatta neden katına yükseltmesiydi: Usûl, bir sonuçtur; her usûl'ün bir kaynağı vardır. Hiçbir usûl boşlukta oluşmaz. Usûl, gerçeğin kendisini değil, yalnızca bir resmini, bizim gördüğümüz resmini sunar bize.
Oysa başkaları başka gerçek resimleri resmedebilirler, görebilirler. Mesela aynı konuyu bir Hollywood yönetmeni başka türlü çeker, yani resmeder; hareketli resme dönüştürür; bir Çinli, bir İranlı, bir Latin Amerikalı yönetmen başka, bambaşka türlü resmeder bize.
İşte Descartes'ın ve bütün modernlerin büyük yanılgısı, kendi resimlerini (yani parça'yı, yani arızî olan'ı)) hem gerçeğin tek resmi, hem de daha naif ve yıkıcı olanı da, resmin gerçeğin kendisi olduğunu sanmaları ve bunu bütün dünyaya dayatmaya kalkışmaları olmuştu/r.
Resim, -tek- gerçek katına yükseltildiği andan itibaren hayat simülasyona dönüşür; yani sığlaşır, sıradanlaşır, yüzey'den, kabuk'tan, görünüş'ten ibaret hâle gelir. Ve orada araçlar, araçları ele geçiren zorbalar ve kaos hüküm sürer.
Çünkü görünüş, aldatıcıdır: Çıplak'tır; çıplak olduğu için de insanın zihnini kör eder. Çıplak gerçek, salt çıplak göz üretir. Sanat tarihçisi Ernst Gombrich, “çıplak göz, kördür” demişti.
Oysa gerçek, çıplak değildir. Ayrıca görünüş, ayna da değildir; ayna'dan yansıyandır.
İşte Descartes'ın ve “çocukları”nın yanılgısı burada gizli'ydi: Descartes ve ardından gelen Batılılar, ayna'dan yansıyanı görebiliyorlardı sadece ve gördükleri şeyi de hakîkat ilan etmişlerdi bize.
Sonuçta, geldiğimiz noktada, Heidegger'in deyişiyle, görüntü'nün tek gerçek katına yükseltildiği, hayatımızı çerçevelediği, bizi çepeçevre görüntü hapishanesine hapsettiği, en berbat, en çarpık ve en şipşak resim üreticisi medyaların görüntüleri üzerinden kapana kıstırıldığımız ve çareyi bizim de “yok senin resmin yanlış, yok benim resmim doğru” diyerek tam bir çıkmaz sokakta, absürd resimler savaşına soyunmakta bulduğumuz gözleniyor.
Oysa hiç düşünmüyoruz ki, ne resim gerçek, ne de “senin” resmin.
Yusuf kAPLAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder