5 Temmuz 2008 Cumartesi

Dost Kalemler



KALEMİN VAZGEÇİLMEZ İRADESİ BESMELE OLUNCA...



'De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa,Rabbimin sözleri tükenmeden önce deniz tükenir. Yardım için bir o kadarını daha getirsek yine yetmez.' (18/109)
Merhaba mahiyetindeki bu yazımızda yazmak fiiline “niçin, nasıl, ne zaman gibi sorular soracak, kendi tecrübemiz üzerinden vereceğimiz cevaplarla kelimeyi lugatten alarak hayata katmaya çalışacağız.
Doğrusu, varoluşsal bir değer atfettiğim bu soruları, uzun zamandır zihin gündemimin öncelikleri arasında gezdiriyordum. Hattâ zaman zaman başlığı farklı da olsa bazı konuşmalarımda, konuya değinmekten kendimi alamamıştım. Artık yapılacak şey; kalemi ele, ilhamı kâle alarak, hal niyetine bir besmele-i şerif davet etmekti ki, zaten tavr-ı mutadım olan bu durum, üstelik bu defa yazımın da muradıydı: Yazı ve şiirlerimin ve de her fiilimin, gaflete mağlup olma dışında hemen istisnasız başlangıç hakkına sahip olan manâ iksiri bu terkip, şimdi de inanç sahibi bir -ya da her- kalemin serüvenindeki mutlak üstünlüğüyle ilgili bir denemenin doğrudan konusu olacaktı… Aslında günler öncesinden edebi ürünlerin ilhamla bağlantısı konusundaki zihnî mesaimi tetikleyen şey, Orhan Pamuk’un malum ödül sonrası verdiği röportajların birinde ilham ile yazmak arasında kurduğu olumsuz ilişki olmuştu. Yazmak için ilhamı beklemenin gereksizliğinden, yazmanın sadece sıkı bir çalışma ve disiplin işi olduğundan ve kendisinin de yazarlık başarısını bu sonunculara borçlu olduğundan dem vuruyordu Nobelli yazar.
O gün bugündür zihnimin masaüstünde yeni bir klasör açtım ve konu üstünde gide gele imâl-i fikr etmeye koyuldum. Sahi ilham da neydi ki? Yazmak istediğinizde kalemi elinize almanız, –“al eline kalemi, yaz başına geleni” değilse de– aklınıza geleni ve orada birikenleri kayda almak için çalışma masasının başına geçmeniz kâfi değil miydi? Biraz klasik müzik; biraz Boğaz manzarası ve birkaç neskafe keyfiyle birleşince, Word 2007’nin mahir yazılım desteğinin de eşliğinde, söyleyecek sözü olan her fâni, istediğini istediğince dökemez mi ortaya bu fani dünyada… Dünyanın hâkimi insan olduğu gibi, sözün hâkimi de yazar değil midir haddizatında? Bir kere hakimiyet duygusuna kapılmaya görsün kalem, şu kapitalist şu modernist zamanda! Şifresini sadece patronlarının bildiği ve bu imtiyazla muktediri oldukları Küresel Kasanın fikir babalığına kuruluverir o saat. Dişli Kalemler, hırslı tanrıça Mammon’un buyurduğu rekabet ve kibrin merkezkaç gücüyle dönen global çarkın dişlileri olurlar bir bir… Adına “hâkim ideolojik yöntem” mi, “siyasi araç” mı artık nasıl denilirse, Global sistem tarafından belirlenmiş politik düzen-ler-in güçlü sözcüleri, dahi gözcüleridirler artık onlar. Bir an bırakmaksızın alırlar sazı ellerine ve o masum enstrumanı da, gayelerine vasıta kıldıkları her araç gibi ideolojik bir aygıta dönüştürüverirler anında. O telli saz artık bu akortla, “ne ayet dinler ne kadı”. Çünkü bunu çalan, rivayeti –hatta kerameti– kendinden menkul biri olarak her şeyi zaten “bilir kendi”. Çünkü kendileri zaten, Descartes’tan beri sadece düşünürken var oldukları gibi, her şeyin ölçüsü olma hakkını çok daha öncelerden taa Protogoras’tan beri elde etmişlerdir ne de olsa…
Bazen çaldıkları minare bile olsa, -ki daim minareye, ezana, tesbihe çalakalem girişirler yurdum versiyonları- rüzgar ola ki tersten estiğinde kalem yordamıyla kılıf hazırlamak bir şekilde öğretilmiştir onlara nasıl olsa… Şimdi şöyle sorabilir okuyucu: “Şeytan bunun neresinde, ilham bunun neresinde”? Asıl konuya gireceğimiz ve rotamızı maddi âlemin inhirafından mâna âleminin inşirahına çevireceğimiz yer, tam da bu nokta işte… Hayatlarının her anında, her güzergâhında, Allah adı ile hareket etmeyi, fiillerinin O’nun varlığı ve kudreti ile alâkasını, başarılarında O’nun lutuf ve kereminin hakkını unutmayanlar yani Elestü bezminde ve İkra meclisinde Besmeleye and içmiş, ihsan ve ikram ehli, mevzuya tam da bu noktada bahis olacaktır. Aynı zamanda ilham delisi kalem erbabının dahi yazı mecrası, macerası, hatta mahreci -bazen zımnen bazen alenen- aynı bahisle dile gelecektir yine O’nun izniyle…
Hayatını, besmele şuur ve sorumluluğu etrafında, Rahman ve Rahim Allah adına ve adıyla şekillendirme tercihinden itibaren insanoğlunu, hayati bir temrin daha beklemektedir: Üstad Hamidullah’ın beliğ ifadesiyle “Allah’ın huzurunda hissetme yeteneğini geliştirmek” demek olan “ihsan” hali, hayatının vazgeçilmez ve nihai mahalli olmalıdır bundan sonra. Huzurullah muradı, bir kez ruhun irade ve imkânı, neşve ve ızdırabı, hâsılı mızrabı olduğunda, ruh iklimi de, ihsanın vahdet ve muhabbet tayfına bürünüverir o anda…
Aslında o mâhiler, bilseler de bilmeseler de, onlara ikram olan bu derya içre her ne varsa aşktır, ilhamdır oysa. Hücreden galaksiye, âşikârdan gizliye, sebepten neticeye, inceden inceye her ne vâr ise… Ve her bir mâhi bilmese de tâbidir ilham akıntısına. Öyle ya aksi halde bu coşku, bu heyecan, bu canan gibi gönül veriş nasıl izah edilebilir kaleme ve kelâma? Madem O’ndandır, madem ihsana doğru bir imkândır, o halde başa her ne geldiyse armağan, ruha her ne doğduysa ilhamdır… İlhamdır gün, gece ilhamdır. Vakit ilham, nefes ilham, sükût ilhamdır. Hamdır gayrısı; dahası, muğlak ve muhaldır. Oluk oluk akar ilham kâinata… Şefkat olur, rikkat olur kalbe dokunur, ilmek olur tezgaha, hüner olur işe, sese ahenk olur, ebru olur doğar suya, hat olur, söz olur, mısra olur yağar kaleme, akar kağıda… Her an bu tılsımla dokunur erbabı kaleme ve ilham ehli aynı tılsımla okur, kalemden döküleni. Ustaca fark eder farkı, cezbolur: “Bu der, bu söz, ilhamlı bir özden gelmektedir, bu kalem ‘nun vel kalem’e ve kelamın mutlak sahibine davet etmektedir beni.” Cazibe merkezi, yalnız nesir, yalnız nazım değildir ki! İlim dahi bu iklimde kıylü kal değildir artık. Mantık ilmi, felsefe, cebir, fizik, hendese, ilm-i içtima, sanat-ı nefise, kadim ve nevzuhur, cinsi ne ise bütün ilmiyyat O’ndan gelen ve O’na götüren bir işarettir ilham meclisinde. Tıpkı Mikail’in rahmet devşirmesi gibi bölük bölük Melaike, ilham devşirir an be an, Sema’dan Yeryüzüne. Hattâ bazı kalem güzelleri, kendi mizaç ve meşreplerine özge bir Melaike olduğuna dair kuvvetli bir zannı galibe sahiptirler gönüllerinde. Böyle ilhamdan mülhem bir gökkuşağı altında, maksat ne olursa olsun; her harf, her kelime, her ifade rızaya matuf bir renge büründüğü gibi, okuyanın, ilhamının tecrübe ve kaynağıyla vuslatı, yazanın yegâne emeli olur. Bu idealle, yalnız kendi insanına değil, bütün beşeriyete sayfa açar yazar. Bu ümitle okur, bu ümitle yazar. Bu iştiyakla, eline kalem verene, diline kelam buyurana açar yüreğinin ellerini sonuna kadar...
İşte bu yüzden tam da bu yüzden yazıya Allah adıyla ve adına başlamak ve yazılandan O’nun muradını ummak, hayata O’nunla başlamak ve hayatı O’na has kılmakla eş değerdedir. Bu duygunun ve bu duyguyu bir meleke, bir ahlak umdesi haline getirmenin, istikameti geliştirmenin adıdır ihsan. Emrolunduğu gibi istikamet üzere olmanın, neden Son Peygamber’in amber kokulu, nur dokulu saçlarını ağarttığını düşünmenin adıdır. Bu yüzden o meşhur hadiste, saçı geceden kara, libası karlardan ak, yolu çok uzak fakat üzerinde yolculuğa dair hiç bir alamet taşımayan o Melek tarafından, İslam ve İman ile birlikte son kertede beyan edilmiştir. Bu yüzden o günden beri Ayet dinlemez, Hükme Hikmet’e gelmezlerin aksine ilahi fermana, gönül verenler hayat çizgilerinin her noktasını ihsan ikliminin münbit yağmurlarıyla sularlar… Her yürek kendi kabına ve menbaına göre ıslanır ilham yağmurlarından. Zaman zaman kırk ikindilerin, sağanakların, kimi zaman meltemlerin, sabâların yolu gözlenir. Fakat hiç kurak kalmaz kalemler, mürekkepler hiç kurumaz, hiç tükenmez vahiy yolunun müstakim kâtipleri… Denizler tükenir de tükenmez çünkü O’nun sözleri… Bundandır, biz ilham ehli, O’nun adı ile dokunuruz Kelam’a, kaleme. Bismillah der ve yazarız sözümüzü. Söze dökeriz özümüzü… Rahmandan hepimize, Rahimden yalnız bize gelenle yazarız… Yalnız kalemimize ikram ve ilham edilenle… Kınından çeker besmeleyi, dalarız söze… Ve aşka şahit tutarız dû cihanda sözümüzü…
Dr.Selma Ümit Karışman

Hiç yorum yok: